My photo
a utopist, a green, a free soul, a liberal, a young (well let's say 'a new' rather than 'young') mother, a rebel, a thinker, a smiler, a wonderer, a note, a butterfly, a rainbow, a nymph, a kite, a wave, a breeze from the sea, a purple soul, a chocolate-addict, a lover...

Monday 14 October 2013

Ailemi organik ürünlerle mi beslemeliyim ve Organik Felsefe

Ben küçükken doğadan gelen bir ürünün kötü ya da bana zararlı olabileceğini düşünemezdim. Urla'dan bahçeden kopardığım domatesleri, acurları iki oyun arası tulumbada yıkamanın, ufacık karpuzları abimin bahçe duvarına çarpma suretiyle kabuğunu çatlatıp, mahallenin tüm çocuklarına birer parça vererek paylaşmamızın tadı hala damağımda.. Ama zaman değişti. Semt pazarına gidip, tezgah tezgah sebzelerin, meyvelerin bolluğunun dünyasına dalmak ve kapkara topraktan nasıl olur da bu kadar çok rengin ve farklı tadın çıktığını düşünmek ve bu zenginliği sağlayan toprağa, doğaya, Verene şükretmek... Artık şehirdeki manavlara, semt pazarlarına hemen hemen hiç gitmiyorum; gitsem de sadece düşünmek ve doğadan gelenleri hissetmek için gidiyorum. Çünkü o güzelim ürünlerin artık o kadar da masum olmadıklarını biliyorum. Ben küçükken Türkiye tarım ülkesiydi, yerli malı haftasını kutlardık. Geçenlerde bir istatistik gördüm, tam rakamı hatırlamamakla birlikte eskiden yaklaşık şehirli nüfusu %30, köylü nüfusu %70'miş; şimdiyse şehir nüfusu %70, köylü nüfusu %30 imiş. Tarlalarda çalışanların sayısı azaldıkça, ve sanırım köylülüler de toprağın dinginliğinde para kazanmaktansa, şehirdekiler gibi hızlı para kazanmak istedikçe ve bazı toprak cahili ziraatçilerin de yanlış yönlendirmesiyle zehiri toprağa dökdükçe toprağa atılan zehir insanlara da zehir olarak geri dönmeye başladı. Bu devrede 2000'li yılların başında ben üniversite öğrencisiyken Buğday Derneği girdi hayatıma ve Buğday'ın ilk gönüllülerinden olarak organik tarım hakkında tarım fuarlarında Buğday standında organik tarım hakkında hem kendim öğrenmeye hem bilgi vermeye başladım standa gelenlere. Bütçem el verdikçe de organik alıyorum gıda ürünlerini. Yalnız organik ürünlerin de öyle bir ticari sektörü var ki herkes bu 'organik' kelimesini kullanabiliyor ya da 'doğal'ı; birçok manav ve pazarcı dükkanının üstüne organik yazarak müşteri çekmeye çalışıyor ama 'organik' ne demek tam anlayabilmiş değil. Moda'da bir 'organik' dükkan var mesela, Moda Caddesi gibi arabanın üstünden eksik olmadığı bir caddede meyve ve sebzeleri caddenin üstünde üstlerinde bir koruma olmadan ya da streç filmle kaplı olarak 'organik' fiyatlarda satıyor; yazın dükkana girseniz dışarısı 30 dereceyken içerisi 18 derece klimayla soğutulmuş. Ne var bunda derseniz, şöyle düşüncelerimi paylaşayım: Bir ürünün organik olabilmesi için [sertifikalı ürün olabilmesi için] otoyollarından, arabaların çoklukla geçtiği yerlerden uzakta olması lazım ki egzos gazı gelip ürünün üzerine yapışmasın. ABD'de yapılan araştırmalara göre kurşunlu benzinden kurşunsuz benzine geçildikten sonra eyaletteki suç oranları düşmüş. Bunu da arabanın egzosundan çıkan kurşunun yiyeceklere, suya sinmesi ve insan vücuduna giren kurşunun eyaletteki suç oranını arttırdığı savında araştırma. Şimdi Moda Caddesi'nden geçen araçların egzosundan çıkan partikülleri gidip illa ki pırasanın üstünde kalmıyor mudur? Kalıyorsa bu ürün nasıl organik olur ve 'organik' fiyatlarda satılır? Streç filmlere gelince: Bu maddeler petrolden yapılma ve bir meyveyi streç filmle sarıp bu dükkanın yaptığı gibi güneşin altına bırakırsanız kimyasallar meyve/sebzeye geçmiş olur. Bir de organik yaşam demek toprağa, doğaya saygı demek. Ben sadece ama kanser olmayım diyerekten organik ürün kullanıyor değilim, toprağa/mıza zehir dökülmesin, toprağın altında yaşayan canlılar, doğa, toprak zarar görmesin dileğiyle de organik kullanıyorum ve organik ürün satan dükkanların bu konseptte olmaları gerektiğini düşünüyorum. Dışarıda hava 30 dereceyken, bir dükkanın içini 18 dereceye indirebilmek için harcanan elektrik enerjisini düşünün. Bu elektriği üretmek için kurulan HES'leri ve doğaya ve doğanın akışına verilen zararı düşünün. Bizim elektrik diye bir lüksümüz olsun diye nehirler özgürce akamıyor, hapsediliyor, buna bağlı olarak normalde o suyun aktığı yerlerdeki canlılar yaşayamaz hale geliyor. Organik ürün satmak, organik yaşam bir hayata bakış açısıdır, içselleşememiş her şey yapağıdır, sunidir kanımca.
Delfina organik havuc ve GDOsuz misirla
Organik ürünler demişken, malumunuz birçok organik çiftlik türedi. Bir taraftan gerçekten toprağa ve tohuma gönlünü veren permakültürcüler, tarımcılar, çiftçiler var. Bir taraftan da işin pazarlamasını, ticaretini çok iyi yapan çiftlikler. Çoğu ürününü çiftliklerden alan biri olarak yıllar içinde şu konulara dikkat etmeyi öğrendim:
  • Çiftliğin ürün yelpazesi gerçekçi mi? Ne kadar büyük olursa olsun bir çiftlik eğer çok fazla ürün [sayfalarca sanki bir süpermarketmişçesine] koyuyorsa listesine, bir durup düşünün derim. Bir çiftlikten 20-30 ürün çıkar ama yüzlerce de çıkar mı?
  • Basit hesaplamalar yapın: Bir çiftliğin müşterisi 250.000'leri bulduysa, sizce bu çiftlikten her hafta kaç ton sebze ve meyve çıkar ve gerçekten hepsi o çiftlikten mi geliyordur ya da ne tür kimyasalların kullanıldığı gerçekten bilinmediği başka yan çiftliklerden mi?
  • İlla yediğimiz her sebze ve meyve organik sertifikalı olsun demiyorum. Sertifikalı organik ürünlerle ilgili de uzun süre tartışılabilir [tohumlarda çeşitliliği azaltması gibi] Ayrıca organik sertifikası olmayıp, ama sertifikalı organik ürünlerden daha organik fiyatlarda ürün satan bir çiftliği de anlayamıyorum. Çünkü organik sertifika almak için gerekli birçok yükümlülükler var, tahliller var vs. Eğer bir çiftlik ürünlerinin hepsinin doğal olduğunu iddia ediyor, ve hiç bir türlü tetkikten geçmeden, cebinden ekstra masraf çıkmadan yine doğal ya da organik neyse bir ürün satıyorsa neden aynı hafta piyasadaki organik pazarlarda satılan ürünlerden daha pahalıya satar, üstüne de kargo parası alır? Ben uzun zamandır ürünlerimi Toprakana'dan alıyorum. Cem Birder'in önderliğinde Anadolu'nun birçok yerinde organik ya da doğal tarım yapan çiftçiler evlere kargoyla ürünlerini yolluyorlar, hem de kargo parası almadan. Bu çiftliklerin ürün listelerine bakın, makuldur, yani bir tarlada evet anca bunlar yetişir dersiniz, süpermarket gibi her aradığınızı bulamazsınız, fiyatları makuldur, hatta semt pazarından daha uygundur ve evinize gelir ürünler kargo parası ödemeksizin. Aracısız, direkt çiftlikten alınan ürünler niye piyasanın üstü fiyatlara satılır bilmiyorum, bir pazarlama harikası olsa gerek diyorum.
  • Daha önceden korku kültürü üzerine yazmıştım. Bu ülkede herkes karşısındakini korkutarak iş yapmaya çalışıyor: Doktor hastayı, patron çalışanını, satıcı müşterisini.. herkes birbirini korkutmaya, paranoyaklaştırmaya çalışıyor. İnsanları doğal tarım, doğru beslenme kaynakları üzerine bilgilendirmek harika ama özellikle çocuğu ve ailesi sağlıklı olsun diye organik ürün almaya çalışan insanların iyice paranoyaklaştırılmaları ve bunun düzenli epostalarla yapılması hem iyi bir şey hem çok iyi değil. İnsanların ne yedik ne içtikleri evet çok önemli ama insanların düşünce gücü var ki hiç de gözardı edinemez. Düşünce gücü herşeyimiz. Biz yediğimiz bir ürüne bin kez 'bunun içinde zehir var, kanser olucam' dersek, Allah uzak etsin ama oluruz. Bununla birlikte bir insana zehir bile verilse zehirlenmeyebilir. Düşünce gücü çok kuvvetlidir. Sürekli olumlu olumlama yapmak önemlidir insan hayatında. İnsanoğlu yiyerek hayatını idame ettiriyor, her yediğimize, 'organik' olduğunu düşünmediğimiz yiyeceğe bize zarar verecek gözüyle bakarsak zarar verir elbet. Demiyorum ki bilinçsiz olalım, yediklerimizin içinde ne var bilmeyelim ama ürün satan bir çiftliğin sürekli olarak korku salması bana sadece bir pazarlama dehası olarak geliyor. Araştıran insan, zaten araştırıyor, yediklerinin kökeni üzerine düşünüyor.
  • Ben 'permanent agriculture' kelimelerinin birleşiminden oluşan permakültürle ilgileniyorum son bir yıldır. Permakültür belirli bir araziye akıllı dikim-tarım yapılmasına dayanıyor, toprağa saygı duyarak, toprağı incitmeden. Permakültür gruplarına da üyeyim ve gönlünü toprağa vererek tarım yapanların sorunlarını okuyorum bazen ve örneğin ilaçsız domates yetiştirilemeyeceği konusunda bir serzeniş okudum geçenlerde. Esasında hem permakültürde hem unuttuğumuz tarım kültürümüzde belli bitki/sebzelerin diğer bitkilerle birlikte dikilmesiyle böceklerden vs korunabileceğine dair harika bilgiler var. Mesela bu bağlantıda hangi bitkiyle başka bitki ekilse daha iyi tutarın bilgisi var. Demeye çalıştığım şu, bir çiftlik hiç kontrolden geçmiyorsa, ve ürünü bittiğinde 'aman bu bitkiye de ilaç atılmaz' diyerekten köylü pazarından/yan çiftliklerden ürün alıp alıcılarına yolluyorsa bir çiftlik, içimiz çok da rahat olmayabilir. Çünkü sertifikasız bir çiftliğe güvenmeniz demek, yazışmadığımız-görmediğimiz diğer köylülerin çiftliklerine güvenmemiz anlamına gelmiyor. Çünkü yukarda da dediğim gibi bazı ürünler yöntemiyle de dikilmezse illa ki ilaçlanıyor ve birsürü parayı geliş yerini bilmediğimiz bir ürüne vererek biraz aldatılmış oluyoruz sanırım.
  • Bir de ismini vermeden bahsettiğim çiftlik ne zaman ki organik tarım yapan, gönlünü toprağa adamış çiftçilere laf atmıştır kendisi de aynı sektörde olmasına rağmen, benim için o çiftlik bitmiştir. Bu dünyada çok fazla doğaya saygılı hareket yok ve organik yaşam için gönlünü sayıları az da olsa toprağa vermişler varsa, kimse onlara laf atmamalı, çamur atmamalı diye düşünüyorum. Birçok konu var zaten eleştirilip, konuşulacak; bari iyilik hareketleri yapanlara gitmesin kötü sözler.. Ayrıca bu iş ahlakı açısından uygunsuz diye düşünüyorum.
  • Organik ürün sipariş verirken dikkat edilecek bir diğer konuysa, çiftliğin mesafe olarak bulunduğunuz yere yakın olmasına dikkat edin: Her kolinin kapınıza gelmek için ne kadar karbondioksit salınımında bulunacağına dikkat edin. Karbon ayak izlerimizi düşünmemiz gerekiyor, daha yaşanası ve küresel ısınmasız bir dünya için.


3 comments:

  1. Biz ailece organik hayatta size göre yeni sayılırız. Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde evimizi, mutfağımızı dönüştürmeye çalışıyoruz. Aylardır marketlere çok sıkışmadıkça gitmiyoruz. Neredeyse tamamen temiz ürüne ulaşmaya çalışıyoruz. Yeme ve temizlik alışkanlıklarımızı değiştirmeye ve dostlarımıza anlatmaya çalışıyoruz. Bizler daha iyi iletişim ağları kurmalı ve paylaşımlarımıza devam etmeliyiz. Ellerine sağlık, yaşadıklarımızı çok güzel özetlemişsin.
    sevgiler

    ReplyDelete
  2. bu arada verdiğin link kadar ayrıntılı değil ama türkçesi
    http://www.organikoop.com/bitkiler-arasindaki-Iliskiler-tablosu

    ReplyDelete
  3. Companion plants hakkinda minik bir duzeltme...
    Ne ile tutar degil de, kim kimle ekilirse daha cok fayda saglar. Cunku bir nevi ortakcil yasam agi olusturmus oluyorlar. En bilinen ornekten gideyim, domatesin yanina kadife cicegi ektiginde, koklerinden salgiladigi bir kimyasal yardimiyla bocukleri kaciriyor. Feslegen de ekersen toprak ustunde benzer goruyor. Boylece domatesin koruyuculari yaninda oluyor. Ayrica salata yaparken feslegen yaninda mis gibi gidiyor. Yalniz bunlarin da turleri var. Her feslegen ve her kadife cicegi degil. Bir sistematigi var. Wiki de bu konuda ne kadar guvenilir bilemedim ;-)
    Ciflik konusunda kesinlikle katiliyorum. Sanayi gorunen her ureticiden uzak durmak gerektigi konusuna da. Adina ... organik deyip her tur urunu satan firmalar(bakiyorsunuz cikolatada ayni firma, yumurtada ayni, ette ayni, meyve suyunda ayni, bu kadar fabrikasi var mi, yok!) zaten fason yaptiriyorlar, kime fason yaptiriyorlar bakmak gerek, denetim mekanizmalarini da sorgulamak gerek. Gene ayni sekilde yumurta ureticisi bakiyorsunuz, binbir iskence ile yumurta ureten de o, organik yumurta ureten de o. Benim icin en organik o olsa bile(ki bu konuda suphelerim var) etik acisindan gene satin almam!

    ReplyDelete

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...