My photo
a utopist, a green, a free soul, a liberal, a young (well let's say 'a new' rather than 'young') mother, a rebel, a thinker, a smiler, a wonderer, a note, a butterfly, a rainbow, a nymph, a kite, a wave, a breeze from the sea, a purple soul, a chocolate-addict, a lover...

Wednesday, 22 April 2015

Urla'da geçmiş bir çocukluk

Urla


Çocukluğumun üç ayı ve yıl boyunca her Pazarı Urla’da geçti. Kış boyu İzmir’de çok sıkılırdım. Çevrede beni annemin götüreceği bir park yoktu, olsa bile annemin benim parkta oynamamı bekleyecek kadar sabrı hiç olmazdı. Tüm kış boyunca yaz olmasını ve Urla’da gönlümce oynamayı beklerdim. Legolar, Amerikan çamuru (şimdinin oyun hamuru) olmasa zaman nasıl geçerdi bilemem. Kış olabildiğince sıkıcı; yaz olabildiğince keyifliydi. Hangi çocuk isterdi ki dört duvar arasında sıkışş kalmayı? Abilerim ve ablam tüm gün okuldaydı; bana düşense onların eve dönmelerini beklemekti. Park yoktu etrafımızda dedim ya, evi parka dönüştürmekten başka çarem de yoktu. Kapı kirişlerine, iki duvar arasına, kalorifer borularına tırmanırdım. Divanın uzun minderlerinden annem salonda olmadığı zamanlarda kaydırak yapıp kayardım. Arkadaş ya da kuzen gelmişse evimize yine yastıklardan çadır yapardık. Yazınsa tüm oyunlar ve arkadaşlarım Urla’da beni beklerdi. Urla Yücesahil’deki evimizin etrafında şimdiki kadar ev yoktu bundan 25 yıl önce. Futbolu şimdi yerine dört ev gelen alanda kendiliğinden biten yeşil çimlerin üstünde oynardık. Oyunparkı da yoktu o zamanlar çevrede ama kimin ihtiyacı olurdu ki Yücesahil gibi bir yerde plastik ve metalden yapılmış oyun parkı oyuncaklarına?! Bizim tırmanacak ağaçlarımız; ve etrafta keşfedecek yılan, kaplumbağa, kirpi, yarasalarımız vardı. Sabahları güne denize girmekle başlardık. Bizim denizin kumu çok incedir ve karadır. Yüzerken dalıp çamuru alıp birbirimize atardık. Hava rüzgarlıysa rüzgarın oluşturduğu dalgaların içine dalma; deniz içinde en çok kim takla atar yarışması yapardık. Deniz kirliliği nedir bilmezdik ta ki büyük bir deniz yolcu gemisi bizim koya gelip, çöplerini denizimize atıncaya kadar. Mahallelinin çocukları bir gecede denizde oluşan deniz analarından denizimizi temizleme harekatı başlatmıştık. Herkes eline aldığı denizanasını elinde çok tutmadan bir sağ bir sol eline atarak kıyıya gelip, açtığımız büyük çukurlara attık. Deniz anasını bir elde uzun süre tutunca deniz anası ele yapışıyordu, tabii o zamanlar bilmiyorduk ki denizanaları denizi temizlemeye çalışan canlılardı. Biz onları kirlilik sanıp denizimizden temizlemeye çalışştık.. Kendimizce denizimizi koruyorduk. Denizde 12 ile 3 arası kalmamalıydık yoksa akşama tüm vücudumuza yoğurt sürmemiz gerekirdi. Denizden 12’den önce eve gelmeye çalışırdık. Duş alıp bahçeye indiğimizde tulumbadan su çeker, bahçede büyüyen karpuzları mahalledeki ‘çete’mle duvara vurarak parçalara ayırır; karpuzun beyaz kısmına kadar kemirirdik. Öğlen yemeğine ihtiyacımız olmazdı; ne zaman açıksak bahçeden salatalık, domates, biber, muşmula, şeftali, kırmızı erik koparıp yerdik.
Gün boyunca Urla’nın o güzel ve bereketli çamuruyla oynardık. Çamurdan köfte, pekmez, pasta yapardık. Şimdiki çocuklar gibi 20 dakka oynamaz, saatlerimizi verirdik çamurla oynamaya. Seramik ve çini sanatlarına duyduğum aşk ve tutkunun hep Urla’nın çamurundan geldiğini düşünürüm. Bilirim ki çamur tüm statik enerjini alır, seni rahatlatır, sen çamuru yoğurdukça; o,  içindeki duyguları da yoğurur, Urla’nın sıcak güneşi altında yaşanmışğını pişirirsin. Kumları elerken günlük yaşamın dertlerini de elersin; büyük kum parçalarından kümeler yapıp, içini usulca açarsın, sonra içine yavaşça tulumbadan çekilmiş su ve ince kum eklerken oranı tam tutturmaya çalışırsın ki pekmez tam kıvamlı olsun. Pekmezin kıvamını ayarlamak çok önemlidir;ne çok cıvık ne çok katı olmalı. Bazen yaptığımız pekmezi elimize alıp birbirimizin üstüne atardık ya da duvara çamur atma yarışması. Eğer çok kirlenirsek çözüm her zaman su savaşıydı. Bahçe hortumlarını açar birbirimizi sevinç çığlıklarıyla ıslatırdık.  Akşamüstleri günebakanlardan bir tane koparıp teyzemin evinin ve Naciye Teyzenin ortak duvarının üstüne çıkıp; günebakanları çocuk sayısınca parçalara ayırıp çiğdem çıtlatırdık taze taze. Teyzemle Naciye Teyze de mahalle dedikodularını anlatırdı bu esnada birbirlerine.  Güneşin kavurucu etkisinin günbatımı zamanının yaklaşmasıyla azalması demek bisikletle mahalleyi turlama zamanınının gelmiş olması demekti. Akşama doğru Yedi Kardeşler Dondurmacısının sarı minibüsünden gelen müziği duyar duymaz balkonun altına gider ‘anne bana parar atsana dondurma alıcam’ derdik. Annem balkondan 1.000.000 lira atardı ve ben koşa koşa Yedi Kardeşler arabasını yakalamaya çalışırdım diğer çocuklarla birlikte. Hava çok bunaltıcı olduğunda arkadaşların evinde ya da bizim evin altındaki garajda evcilik, doktorculuk oynardık. Evcilik oynarken akşam sefasının tohumlarını toplayıp çorba yapardık; sardunyanın çiçek yapraklarından da takma tırnak. Gülün dikenlerini koparıp üstüste takarak şekiller oluştururduk. Yazın en az bir kere akşam hava karardıktan sonra palmiye yapraklarını toplayarak ateş yakıp üstünden atlardık. Bir keresinde hatırlıyorum söndürememiştik de eniştem bahçe hortumuyla gelip ateşi söndürmüştü. Çok eğlenirdik. Akşam yemeğinden sonra mutlaka mahallenin çocukları ve gençleri ayrı ayrı toplanır oyunlar oynardı.
Ablamların grubu mahallenin kaldırımlarına oturup bağlama çalar, şarkı söyler, çiğdem çıtlatır, gazoz içerlerdi. Aşure zamanı geldiğinde mahalleliyi tek tek gezip aşure dağıtırdık. Mahalle küçüktü ama çok güzeldi. İlkokul çağlarında balıkçı amcalar bize ağlardan bir ‘klüp çadırı’ kurmuşlardı. Çadırın içine girip birbirimize hikayeler anlatır, şarkı söylerdik. Sonra pirelendik hepimiz (muhtemelen ağlar ve kedilerden dolayı) ve klüp çadırımızı büyükler yıktı.. Yine de birbirimizin evlerinde, ağaçların gölgesinde buluşup hayal kurmaya devam ediyorduk. Ne zaman bisiklet binerken diz kapaklarımı parçalasam ya da biryerden atlarken düşsem eve ağlayarak gelirdim, annem ve ablam da dizlerimdeki kanları temizlerdi. Çocukluğum boyunca diz kapaklarımın hasarsız olduğu bir anı hatırlamıyorum. Bisikletle zenginlerin evlerinin olduğu tepeye çıkıp, ordan yokuş aşağı kendimizi bırakırdık. Yokuşu çıkmak çok zahmetli ama bisikletle yokuş aşağı giderken rüzgarı yüzünde ve ruhunda hissetmek bir o kadar keyifli. Yaz sonu komşuların dökülen zeytinlerini toplamalarına yardım ederdik, eski yağ tenekelerinin içine binlerce zeytin toplardık. Yazın sonuna yaklaştığımızın emarelerinden biri de salça yapımı ve özellikle tarhana masalarının kurulmasıydı. Salçayı yaparken ikinci kattaki balkonu kullanır, yüzlerce domates ve kırmızı biberi doğrardık; tarhana içinse önce çevreden tarhun otu toplanır ardından aşağı kattaki tüm masalar tarhana için seferber edilirdi. Masalar boyu tarhana gelip gidilip ters-yüz edilir; aradan bir süre geçtikten sonra da un haline getirilmesi için uğraşılırdı. Yeri çocuklar olarak binkez süpürür; tarhanayı eler, anneme yardım etmeye çalışırdık.
Arada bir Urla merkeze gitmekse sıkıcıydı. Annemlerin saatlerce balık, et, ekmek, manav alı
şverişi yapmasını beklerdim arabada. Arkadaşlarımdan uzak, çok sıkıcıydı beklemek. Eskiden Safiye Abla’nın ineği vardı. Tüm karpuz ve kavun kabuklarını, yemek artıklarını Safiye Abla’nın ineğine götürürdük. İnek kocaman bir hayvandı, o yüzden ona yaklaşmak bir adrenalin nedeniydi. Yine de ineğin kokusu ve ona yaklaşıp ona yemek vermek beni mutlu ederdi. Safiye Abla o ahşap evden ayrıldıktan sonra, bisikletle 10 dakika uzaklıktaki bir çiftlikten süt  almaya ben giderdim zeytin ağaçlarının arasından.

O kadar güzeldir ki Zeytinalanı, ben hala zeytinin yeşilinde kaybolurum, ruhum huzura erer. Urla’da büyümek beni ben yapan en güzel hayat kaynağıdır. Tüm kutsal meyveler, başta mucizevi incir ve zeytin Urla’ya hastır. Ne de olsa tarihteki en eski zeytinyağı fabrikası bile benim küçüklüğümün geçtiği yerdedir. Çocukluğumun on kışı bir yazına bedeldir. Çünkü ben Urla olurum; çamuruyla, denizinin mavisiyle, günbatımının eşsiz renkleriyle, ilkbaharının çiçekleri ve erikleriyle; yazının kavurucu sıcaklığı ve dondurmanın serinletici etkisiyle; sonbaharının kesici rüzgarıyla, kışının portakal ve mandalinalarıyla.. Urla’da çocuk olmak çok güzeldir; keşfetmek; dokunmak; hissetmek; hayal kurmak; ağustos böceklerinin sesini dinlerken salıncakta uykuya dalmak; gece yıldızları izlemek; akşam yemeğinden önce taze biber toplamak; kaynatılmış süt darısı yemek; bisikletten düşmek; günde en az beş kez kirlenen üstünü değiştirmek; sineklerden korunmak için cibinliğin içinde uyumak; mahallenin çocuklarıyla ağaca tırmanmak. İzmir’de yaşadığım çocukluk günlerime dair pek bir şey hatırlamam ama Urla’da geçirdiğim tüm mutlu anlar şu anki Esra’nın mutluluk ve umut nedenleridir. Beni ben yapan çocukluğumdaki mutlu ve neşe dolu anlardır. Kimsenin bana oyun kurmasına ihtiyacım da yoktu şimdiki çocukların aksine. Tüm oyunları ben ve arkadaşlarım kurardık, hayal ederdik, saatlerce kırkayakları ve karıncalarla tırtılları inceleyebilirdik. Büyüklerin bizim dünyamıza girmesine gerek yoktu; bizim dünyamızın fatihleri bizlerdik. Şimdi anne olmuş Esra kendi kızıyla kendi çocukluğundaki gibi zaman geçiriyor, ama maalesef benim kızım kendi başına eğlenmeyi, oyun kurmayı bilmiyor. Onu Urla’nın çamuruyla oynatmaya çalışğımda yazları hemen sıkılıyor. Çünkü o onun dünyası değil. O İstanbul’da büyüyen bir çocuk. Her yer kum – toprak  değil; beton. Etrafta tırmanacak ağaçtan ziyade; inşaat var. Öyle ki yaptığı resimlerde evlerin demirlerini, temellerini çiziyor kızım. Etrafındaki kiraz ağaçlarına bakarak değil de kaldırımdaki köpek kakalarına basmamak için kaldırımı izleyerek yürüyor. Bir çocuk hangi ortamda doğup büyürse; o ortamın şartları onun ‘doğal’ı olurmuş. Benim doğalımda ağaçlar, çiçekler, arılar, çamur var; bakalım o büyüdüğünde onun doğalının ne olduğunu söyleyecek...


2 comments:

  1. Okurken burnumun ucu sızladı, benim de çocukluğumun, ergenliğimin en güzel anları 3 yaz yazları Karaburun'da geçti :) Karşı tarafta yani :) Benzer hayatlarmış işte... Ne mutlu bize, kendi çocuklarımız da böyle tatlardan bilinçli büyürler de güzel anarlar çoukluklarını umarım :)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Bugün 23 Nisan ve biz Ormandaki ve Delfina'nin çamurla oynamak istemesi beni çok mutlu ediyor. Dileklerine gönülden amin diyorum ☺ sevgiyle... ve kim bilir belki Urla ya da Karaburun'da görüşmek üzere..

      Delete

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...