Bugün cennetin içine girmiş gibi hissettim kendimi... Yoğun geçen, günleri çok çabuk tükenen hayatımda apayrı bir huzur dalgasına girdim.. Nerede? Belgrad Ormanı'nda... Dostlarla buluştuk, çoluk-çocuk piknik yaptık [bademin, meyvenin, sağlıklı yiyeceklerin ve çayın bol olduğu, çöplerin toplandığı bir piknik], oyunlar oynadık, ıslandık, çamura bandık, huzura erdik, yeşilde kendimizi kaybettik. Eve geldik ama bende öyle bir ruh hali var ki tekrar yaşamın o stresine giresim yok.
Sanırım içimden bir can çıktığından beri doğaya olan düşkünlüğüm çok arttı. Eskiden de doğa derdim ama şehir hayatından da pek bir memnundum. Şimdiyse, 'niye şehirde çocuk büyütür ki insan' diyerek kendimi sorguluyorum. Ben ne yapmaya çalışıyorum, kendi hayatımı çalıyorum beton yığınları içinde çocuk büyütmeye çalışarak.
Bir belgesel vardır: dünyanın beş farklı ülkesinde çocuklar nasıl büyüyor belgeseli. Ben Moğolistan'da çekileni izlemiştim ve çok etkilenmiştim. Biz büyük şehirlerde çocukların motor gelişimleri güzel gitsin diye, bir sürü paralar verip özel farklı dokularda kitaplar alalım, Moğolistan bozkırlarındaki bebe horozu elleyerek motor gelişiminin kralını yapsın! Eğer benim gibi yanınızda çocuğunuzu büyütürken size destek olacak bir anane, babane, dede, teyze yoksa; benim gibi şu soruyu sorabilirsiniz kendinize: 'neden şehirde çocuk büyütmeye kalkıyorum ki!'
Bugün Belgrad Ormanı'nda, ardından Zekeriyaköy'deki bir çiftlikte Delfina o kadar keyifli zaman geçirdi ki.. Onun mutluluğu bana ayrı bir huzur kattı. Doğal yaşam alanları ne kadar özgürse, şehir hayatının da bir o kadar bir sürü saçma sapan kuralı var. Hatırlıyorum Delfina 1.5-2yasındayken bile sayısız kere mikroplarla ilgili ona ders verdiğimi. Çocuk görmüyor ki mikrobu filan, neyin kafasıdır ki anlattım bin kez bakterileri, mikropları, otobüsün heryerini elledikten sonra ağzına elini koymamasını. O yaşta çocuk hiç bu kadar soyut ve gözle görünmeyen bir kavramı anlar mı hiç! Ama orman, köy, doğa öyle mi ya... Ne anne yıpranıyor, ne çocuk hapise konulmuş bir çocukluk yaşıyor! Çok iyi hatırlıyorum küçüktüm, ablam ve abilerim okula giderdi, ben annemle tüm gün evde kalırdım, park filan da yoktu öyle düzenli gittiğimiz. Varsa yoksa ev gezmeleri. Amerikan çamuru adı altında oyun hamuruna benzer bir malzeme satılırdı kırtasiyelerde, işte ev gezmelerinde onlar benim kurtuluşum olmuştu. Belki de o yüzden seramik ve çini bende tutku oldu ilerki yıllarda.. Benim çocukluğum evde, yani bir nevi hapiste geçmişti o soğuk günlerde. Yazın ve pazarları gittiğimiz Urla ise cennetimdi. Ağaca tırmanırdık, tulumbadan su çekerdik, ufak karpuzları elimizle duvara çarparak parçalayıp, mahallenin çocuklarına [ya da nam-ı diğer çeteme] paylaştırıp yerdik, ağaca tırmanırdık, komşuların yere düşen zeytinlerini toplayıp tenekelere doldururduk, karnımız acıkınca bahçeden domates toplayıp yerdik, çiçeklerden 'çorba', çamurdan 'köfte' ve 'pasta' yapardık, bahçenin etrafındaki kaplumbağaları, yılanları, yarasaları, arıları, karıncaları incelerdik. Ne güzel bir çocukluktu yazın yaşadığım çocukluk, ne korkunç bir çocukluktu kışın yaşadığım çocukluk.
Delfina doğduğundan beri hep saray saray, müze müze, sergi sergi gezdik. Biraz büyüdü park park, orman orman gezdik. Sabah 9'da çıkıp akşam 9'da eve girdik. Nerdeydik? Tabi parklarda! Hem de öyle bir saat iki saat değil, tüm gün. Çocukluk dediğin oyun kurarak, eğlenerek, gülerek, keyifle yaşanmalı...
Bugün cennetten bir gün çaldık yeşillenmiş ağaç dallarının altında, kurumuş meşe palamudu yapraklarının üstünde. Kiwi kuşu gibi yerde kurtçuk aradık, ağaç gövdesinde resim yaptık, akan çayın içinde zıpladık, ıslandık, saklambaç oynadık. Ama yılda ayda yaşanılan kuralsız ve doğa dolu bir gün yeter mi tüm hayatı mutlu ve özgür kılmaya?
Beni en çok yaralayansa ormanın sesini biz dinlemeye çalışırken kuş seslerini bastıran elektrikli testere, helikopter ve inşaat sesiydi. Hani Narnia'da, Harry Potter'da ve birçok kitapta vardır ya korku dolu bir bekleyiş... Kötülüğün gelmesinden korkarsın, elindeki mutluluğun gitmesinden dehşete kapılırsın... öyle bir korku işte yemyeşil ormanda duyulan bir testere sesi... Velev ki ağaçlar kesilmiyor da, budanıyor olsun... Zaten niye insanoğlu ağaçları budamak ister ve bunu nasıl olur da ağaçların iyiliği için yapar ben anlamıyorum. Dallar ağaçların bir parçası, başka canlılar gelip insanın kollarını kesse iyi mi olur? Niye biz ağaçların uzuvlarını kesmeyi kendimize bir görev biçmişiz ben anlamıyorum, bu zihniyeti de anlamıyorum ki ağacın canına kıymak isteyenlerden hiç bahsetmeyelim... Bu öyle bir konu ki varlığı beni ne kadar mutlu ediyorsa, varlığının yokolması ya da yokolma ihtimali beni o kadar derin dehlizlere sokuyor..
Ben hayal ediyorum ve umut ediyorum...
Yeşil ve mavinin engin olduğu bir dünya hayal ediyorum ve umut ediyorum...
İnsanoğlu, umarım elindeki tüm yeşil alanları betona, mavi alanları çöplüğe çevirdikten sonra hayatı boyunca hep altın isteyen ve değdiği herşey altına döndükten sonra [ki bu onu nasıl da mutlu etmiştir] yemek bulamadığı, altını da yiyemediği için altının değerini sıfırladığı adamın hikayesini yaşamaz.
Hayal ediyorum, umut ediyorum... Kendim, çocuğum, tüm çocuklar, insanlık için...
Hayal ediyorum, umut ediyorum.
Teşekkür: Bu günü güzel, özel dostlara ve hatta mümkün kılan Senem'e, Özlem'e, Mine'ye ve ayakkabılarını Delfina'yla paylaşan Masal Kız'a sevgiyle... Ne iyi yaptık bugün...
Öneri: Eğer çocuklarınızla ormana gidiyorsanız, yanınıza ıslanmayan pantalon, lastik çizme/yağmur ayakkabısı, yedek kıyafet, büyüteç, su, muz gibi tok tutacak meyveler ve bademgiller almayı unutmayın. Keyifle...
Sanırım içimden bir can çıktığından beri doğaya olan düşkünlüğüm çok arttı. Eskiden de doğa derdim ama şehir hayatından da pek bir memnundum. Şimdiyse, 'niye şehirde çocuk büyütür ki insan' diyerek kendimi sorguluyorum. Ben ne yapmaya çalışıyorum, kendi hayatımı çalıyorum beton yığınları içinde çocuk büyütmeye çalışarak.
Bir belgesel vardır: dünyanın beş farklı ülkesinde çocuklar nasıl büyüyor belgeseli. Ben Moğolistan'da çekileni izlemiştim ve çok etkilenmiştim. Biz büyük şehirlerde çocukların motor gelişimleri güzel gitsin diye, bir sürü paralar verip özel farklı dokularda kitaplar alalım, Moğolistan bozkırlarındaki bebe horozu elleyerek motor gelişiminin kralını yapsın! Eğer benim gibi yanınızda çocuğunuzu büyütürken size destek olacak bir anane, babane, dede, teyze yoksa; benim gibi şu soruyu sorabilirsiniz kendinize: 'neden şehirde çocuk büyütmeye kalkıyorum ki!'
Arkadaşlarıyla çamurun ve çayın içinde |
Bugün Belgrad Ormanı'nda, ardından Zekeriyaköy'deki bir çiftlikte Delfina o kadar keyifli zaman geçirdi ki.. Onun mutluluğu bana ayrı bir huzur kattı. Doğal yaşam alanları ne kadar özgürse, şehir hayatının da bir o kadar bir sürü saçma sapan kuralı var. Hatırlıyorum Delfina 1.5-2yasındayken bile sayısız kere mikroplarla ilgili ona ders verdiğimi. Çocuk görmüyor ki mikrobu filan, neyin kafasıdır ki anlattım bin kez bakterileri, mikropları, otobüsün heryerini elledikten sonra ağzına elini koymamasını. O yaşta çocuk hiç bu kadar soyut ve gözle görünmeyen bir kavramı anlar mı hiç! Ama orman, köy, doğa öyle mi ya... Ne anne yıpranıyor, ne çocuk hapise konulmuş bir çocukluk yaşıyor! Çok iyi hatırlıyorum küçüktüm, ablam ve abilerim okula giderdi, ben annemle tüm gün evde kalırdım, park filan da yoktu öyle düzenli gittiğimiz. Varsa yoksa ev gezmeleri. Amerikan çamuru adı altında oyun hamuruna benzer bir malzeme satılırdı kırtasiyelerde, işte ev gezmelerinde onlar benim kurtuluşum olmuştu. Belki de o yüzden seramik ve çini bende tutku oldu ilerki yıllarda.. Benim çocukluğum evde, yani bir nevi hapiste geçmişti o soğuk günlerde. Yazın ve pazarları gittiğimiz Urla ise cennetimdi. Ağaca tırmanırdık, tulumbadan su çekerdik, ufak karpuzları elimizle duvara çarparak parçalayıp, mahallenin çocuklarına [ya da nam-ı diğer çeteme] paylaştırıp yerdik, ağaca tırmanırdık, komşuların yere düşen zeytinlerini toplayıp tenekelere doldururduk, karnımız acıkınca bahçeden domates toplayıp yerdik, çiçeklerden 'çorba', çamurdan 'köfte' ve 'pasta' yapardık, bahçenin etrafındaki kaplumbağaları, yılanları, yarasaları, arıları, karıncaları incelerdik. Ne güzel bir çocukluktu yazın yaşadığım çocukluk, ne korkunç bir çocukluktu kışın yaşadığım çocukluk.
Delfina doğduğundan beri hep saray saray, müze müze, sergi sergi gezdik. Biraz büyüdü park park, orman orman gezdik. Sabah 9'da çıkıp akşam 9'da eve girdik. Nerdeydik? Tabi parklarda! Hem de öyle bir saat iki saat değil, tüm gün. Çocukluk dediğin oyun kurarak, eğlenerek, gülerek, keyifle yaşanmalı...
Ağaç gövdesinde resim |
Bugün cennetten bir gün çaldık yeşillenmiş ağaç dallarının altında, kurumuş meşe palamudu yapraklarının üstünde. Kiwi kuşu gibi yerde kurtçuk aradık, ağaç gövdesinde resim yaptık, akan çayın içinde zıpladık, ıslandık, saklambaç oynadık. Ama yılda ayda yaşanılan kuralsız ve doğa dolu bir gün yeter mi tüm hayatı mutlu ve özgür kılmaya?
Beni en çok yaralayansa ormanın sesini biz dinlemeye çalışırken kuş seslerini bastıran elektrikli testere, helikopter ve inşaat sesiydi. Hani Narnia'da, Harry Potter'da ve birçok kitapta vardır ya korku dolu bir bekleyiş... Kötülüğün gelmesinden korkarsın, elindeki mutluluğun gitmesinden dehşete kapılırsın... öyle bir korku işte yemyeşil ormanda duyulan bir testere sesi... Velev ki ağaçlar kesilmiyor da, budanıyor olsun... Zaten niye insanoğlu ağaçları budamak ister ve bunu nasıl olur da ağaçların iyiliği için yapar ben anlamıyorum. Dallar ağaçların bir parçası, başka canlılar gelip insanın kollarını kesse iyi mi olur? Niye biz ağaçların uzuvlarını kesmeyi kendimize bir görev biçmişiz ben anlamıyorum, bu zihniyeti de anlamıyorum ki ağacın canına kıymak isteyenlerden hiç bahsetmeyelim... Bu öyle bir konu ki varlığı beni ne kadar mutlu ediyorsa, varlığının yokolması ya da yokolma ihtimali beni o kadar derin dehlizlere sokuyor..
Ben hayal ediyorum ve umut ediyorum...
Yeşil ve mavinin engin olduğu bir dünya hayal ediyorum ve umut ediyorum...
İnsanoğlu, umarım elindeki tüm yeşil alanları betona, mavi alanları çöplüğe çevirdikten sonra hayatı boyunca hep altın isteyen ve değdiği herşey altına döndükten sonra [ki bu onu nasıl da mutlu etmiştir] yemek bulamadığı, altını da yiyemediği için altının değerini sıfırladığı adamın hikayesini yaşamaz.
Hayal ediyorum, umut ediyorum... Kendim, çocuğum, tüm çocuklar, insanlık için...
Hayal ediyorum, umut ediyorum.
Teşekkür: Bu günü güzel, özel dostlara ve hatta mümkün kılan Senem'e, Özlem'e, Mine'ye ve ayakkabılarını Delfina'yla paylaşan Masal Kız'a sevgiyle... Ne iyi yaptık bugün...
Öneri: Eğer çocuklarınızla ormana gidiyorsanız, yanınıza ıslanmayan pantalon, lastik çizme/yağmur ayakkabısı, yedek kıyafet, büyüteç, su, muz gibi tok tutacak meyveler ve bademgiller almayı unutmayın. Keyifle...