My photo
a utopist, a green, a free soul, a liberal, a young (well let's say 'a new' rather than 'young') mother, a rebel, a thinker, a smiler, a wonderer, a note, a butterfly, a rainbow, a nymph, a kite, a wave, a breeze from the sea, a purple soul, a chocolate-addict, a lover...

Thursday, 27 February 2014

Su Tasarrufu Üzerine

Başka kültürlerde gezerken hep gözlemlediğim hayat sıvısıdır su. Su üzerine daha önceden de yazmıştım. Ama iş ciddiye bindi. İstanbul'da birkaç yılda bir popüler olan konu tekrar gündemde: Su sıkıntısı. Eskiden insanlar sanırım suyu kuyudan taşıdıkları için, harcarken de düşünerek kullanırlarmış. Ama şimdi öyle mi, hele çocuklar açıyorlar musluğu bol bol oynuyorlar suyla. Suyun yolculuğunu düşünüyorum da... Nehirler özgür akamıyor insanoğlu için. Bir yerde hapsediliyorlar. İlk zamanlarda suyu nehrin aşağısında bekleyen canlılar su bulamadıkları için ya ölüyorlar ya yaşam bölgelerini değiştiriyorlar. Ve böylece su borulardan geçerek evimizin musluğuna geliyor. Biz de şakır şakır açıp kullanıyoruz, yine varlığın kökenini sorgulamadığımız için.
Yeni Zelanda'da bir nehir

Bu seneki Yeni Zelanda yolculuğumuzda Delfina'nın halasında kaldık. Yeni Zelanda dünyanın ucunda bakir ve kendi halinde bir ülke olduğu için hala gönül rahatlığıyla yağmur suyunu kullanıyor, endüstriyel ülkelerin aksine. Mesela ben yağmurda ıslanmaya bayılırım ama Güney Kore'de yağmurdan ıslanmamak için elimden geleni yapıyordum, çünkü Çin'den Kore'ye gelen rüzgarlar Çin'in fabrikalarından endüstriyel, zararlı partikülleri taşıyorlar ve yağmur yağdığında asit yağmuru etkisi yapıyor. Türkiye'de de dikkat edin ne zaman yağmur yağsa, arabaların üstü toprak içinde kalır. Yeni Zelanda'da Auckland gibi şehirler haricinde yaşayan her evin genelde bir ya da iki tankı yani su haznesi oluyor. İnsanlar o yüzden yağmurun yağmasını dört gözle bekliyorlar. Delfina'nın halasının evinde sadece 1 tank var ve onlar 5, biz 3, toplamda 8 kişi bir evin içinde olduğumuz için suyu idareli kullanmamız gerekti. Mesela ne yaptık? Şimdi yazacağım konu kimsenin hoşuna fikir olarak gitmez muhtemelen ama durum basit: tuvaletin sifonunu çekmemek! Evde neyseki iki tuvalet vardı ve bir tanesi sadece bizim kullanımımızdaydı. O yüzden büyük abdest (garip bir mecazi kullanım) ya da herhangi bir kötü koku durumu yaşanmadıkça sifonu çekmedik. 
Delfina bulaşıkları yıkarken
İngiltere ve Yeni Zelanda gibi birçok batı ülkelerinde bulaşıklar şöyle yıkanır: önce yemek artıkları tabaklardan alınır. İki lavabo vardır. Biri aşırı sıcak su ve deterjanla doludur, ikincisi saf suyla. Bulaşıklar önce sıcak suda fırçalanır, ardından diğer suya batırılıp, çıkartılır ve bulaşıklığa konulur. Kimi zaman tabakların üzerinde hala deterjan köpüklerini görebilirsiniz, bunun için de kurulama beziyle kurularlar. Ben ne zaman Türk usulü bulaşık yıkasam herkes 'çok fazla su harcanıyor bu yöntemle' diyor. Sadece Türk usulü değil mesela Avustralya'ya giden Yeni Zelandalı arkadaşlar şikayet ediyorlardı, bu Avustralyalıların bulaşık yıkarken harcadıkları su inanılır gibi değil diye. Ben de sizin yöntemde de bulaşıklar deterjanlı kalıyor, sonra yemek koyuyorsunuz ve deterjanı yemiş oluyorsunuz deyince, kafalarında birden ampul yanar, empati kurar gibi oldular. Nitekim bizden daha az su harcadıkları kesin. Benim Türkiye'deki gözlemlerim insanların bulaşık makinası için bulaşıklarını temizlerken çok fazla su harcadıkları yönünde. Ben makinaya koyacağım bulaşıkları lavabonun içine istiflerim. Ardından tencere, tahta kaşık [tahta kaşıkların makinaya konulmamaları gerek, çünkü kaşıktaki bakteri oluşumunu arttırıyor] gibi elde yıkamak gereken bulaşıkları, istiflediğim bulaşıkların üzerinde yıkıyorum. Böylece tencereyi yıkamak için kullandığım su ve deterjan, istiflediğim bulaşıkları da bir nevi arıtmış oluyor, basit fırça darbeleriyle de bulaşıklar makina için hazır hale gelmiş oluyor. Böylece ciddi miktar su tasarrufu yapmış oluyorum, tavsiye ederim. Suyu nasıl tasarruflu kullanabiliriz konusunda bu yazıdan yararlanabilirsiniz. Su hayatın özü. Susuz bir yaşam düşünülemez bile. Ama biz değer vermezsek, kıymet bilmezsek, suyu çeken/çağıran ağaçları katledersek, daha çok ağaçlandırma yapmazsak, birçok zehirli gaz salınımlarında bulunursak, kendim ve tüm çocuklar için bir korkum var 'doğa öcünü alacak'. Bu kadar sonsuz zenginlik içinde yaşıyoruz: nefes alacak havamız var, hala içecek suyumuz var, doğan ve bizi ışıtan/ısıtan güneşimiz var.. Hepimiz çok zenginiz, umarım bu zenginliğe yakışır davranırız bizi zengin edenlere...
Peki bir beyin fırtınası yapmak gerekirse, sizler neler yapıyorsunuz suyu ve diğer zenginliklerimizi korumak için? Belki böylece deneyimlerimizi paylaşırsak, birbirimize yol gösterebiliriz..










2 comments:

  1. Bende her zaman sifonu çekmiyorum. Duş alırken daha çabuk çıkmaya çalışıyorum. Çamaşırları hemen kirli kutusuna atmıyorum, daha fazla kere giymeye çalışıyorum..

    ReplyDelete
  2. Esra'cım çok haklısın, eline sağlık. Ben ne mi yapıyorum? Mesela yıkanırken suyu sürekli açık tutmuyorum, sadece durulanırken açıyorum. Bulaşık yıkarken (ki genelde bulaşık makinesi kullanıyorum) de aynı durum geçerli, su sürekli açık olmuyor. Meyve sebze yıkarken ise suyu atmıyorum, çiçekleri suluyorum ya da tuvalete döküyorum sifonu her seferinde çekmek yerine. Suyu biriktirip öyle kullanabiliriz. Çok basit yöntemlerle hem de... Daha bir sürü ihtimal var, tek yapmamız gereken biraz düşünmek ve birşeyler yapmak!

    ReplyDelete

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...