My photo
a utopist, a green, a free soul, a liberal, a young (well let's say 'a new' rather than 'young') mother, a rebel, a thinker, a smiler, a wonderer, a note, a butterfly, a rainbow, a nymph, a kite, a wave, a breeze from the sea, a purple soul, a chocolate-addict, a lover...

Thursday 4 April 2013

Annenin iki yil sendromu


Uzmanlar diyor ki bebekler doğduktan sonra ilk 1.5 yıl boyunca kendilerini annelerinin bir parçası sanırlar, iki yaş sendromu diye adlandırılan zorlu süreç ise çocuğun bir birey olma konusundaki ilk çabası. Bebek kendisinin anneden bağımsız farklı bir birey olduğunu keşfeder, ve bir kişilik oluşturmaya başlar.
Her hikayenin iki tarafı olduğu gibi, 'iki yaş sendromu' sadece bebeğe ait değil.

Anneye de dair...

Kendini başka bir varlığın bir parçası sanan sadece bebek değil; aynı zamanda anne de...
Birden içinizde bir hayatın yeşerdiğini öğreniyorsunuz. Bu o kadar zorlu bir süreç ki tanıdığınız vücut, hormanlar ve hisler bambaşka bir hal ve şekil alıyor. Dünyaya bakışınız değişiyor. Vücudunuz sanki bilim-kurgu filmlerdeki gibi kabuk değiştiriyor, şekliniz değişiyor. Mesela kusmaya başlıyorsunuz. Sanki eski sistemin yeni sistemi kabullenme çabası. Ardından diyorlar ki içinizdeki can bir susam tanesinden küçük, ardından büyüyor bir yaban mersini, ardından elma, ananas ve en nihayetinde balkabağı büyüklüğünde bir canlıya dönüşüyor. Ve içinizde o yeni varlık için yaratılan, ve büyük bir kordonla size bağlı olan o buruşuk ama güzeller güzeli varlık içinizden binbir cefayla çıkıyor. Göbekleriniz bir kesiliyor. Sonra memelerinizden bir sıvı gelmeye başlıyor [memenin ucuna kadar kan, bebeğin ağzıyla meme ucu arasındaki o kısa noktadaki duygu ve iletişim seliyle oluşan anne sütü.. Bebek açsa koyu kıvamda; susamışsa sıvı olarak; hastaysa antibiyotik etkisinde gelen o mucize anne sütü..] Vücudunuz epey değişti, ama bambaşka da bir bağ başladı. O yüzden vücudunuzu tanıyamamanız o kadar da önemli değil. Kollarınızda cennet kokulu, çok yakınınızdan ama bi o kadar da uzaklardan gelmiş bir melek var.. Bu melek önce gülümsemeye başlıyor, aranızda etki-tepkiye dayanan bir ilişki başlıyor. Siz komiklik yapıyorsunuz [ya da gıdıklıyorsunuz], o gülüyor; o gülünce siz mutlu oluyorsunuz. Sonra o meleğin vücudu hareket edebildiğini öğreniyor; dönmeye başlıyor; ardından emeklemeye; ardından ayağa kalkmaya; yürümeye; koşmaya ve melek kanatlanıp ellerinizden uçacak kıvama geliyor.. O bebek zaman içinde büyüyor; ama bebeğin kendini keşfetme dönemleri sancılı da olsa; annenin o göbekten, ruhtan, candan, kandan bağlı olan bebeğinin artık kendisinden de pek bir farklı olan birey haline geldiğini görmek ve bu durumu aşırı duygusal bir annenin kabullenmesi çok zor...
Çocukken anlayamazdım neden büyükler çocuklarının, kendi ayak izlerini takip etmelerini istediklerini. Neden bir baba oğlunun "baba mesleği"ni devam ettirmesini isterdi; neden anneler kızlarının kıyafetine karışırdı. Neden aileler çocukları başka bir kadın/erkekle kaçtıklarında ya da hoşlarına gitmedikleri şeyleri yaptıklarında evlatlıktan men etme durumuna gelirlerdi?..
Cevabı çok bariz değil mi esasında?
Binbir emek ve değişimle büyüyor çocuklar..
Memeden kesmeyle başlayan, çocuğunun büyümesiyle ve özgür bir birey haline gelmesiyle ilerleyen süreçte; bazı ebeveynler hala çocuklarının kendisinden bambaşka bir karakterle varolan bireyler olduğunu kolayca kabullenemiyor. Çünkü, sorun yine benlik konusu. Kim bilir belki biz büyükler bile hala 'benlik' kavramını öğrenebilmiş değiliz.
Yol arkadasim ve ben
Delfina'm [bu kelimeyi yazarken kızımın adıyla benim anlamına gelen ekin arasına kesme işareti koymak istemiyorum. Ama biliyorum ki o bir birey. Benim malım değil. Yine de duygularım 'Delfinam' yaz gitsin diyor...], artık 28 aylık bir genç kız. Ve bana hem çok benzeyen hem de benden çok farklı bir genç kız.. Ben belki de Delfina'dan hayat adına çok şeyler öğrenmeye devam edeceğim. Geçen hafta Pazartesi Eminönü'nde alış veriş yapıyorduk. Delfina'ya bir üstü açık oyuncak kırmızı bir spor araba, bir de yeşil vosvos gösterdim. Üstü açık olanı tercih etti. Ardından çok daha büyük ve kırmızı vosvos gösterdim. Yine de küçük üstü açık olanı tercih etti. E ne var diyeceksiniz bunda? Ama bu benim için Delfina'nın benim karakterimden farklı olduğunu anladığım bir kırılma noktası.
İki yaş sendromu denilen süreç [ki bu süreçle hem fikir ve zıt fikir olanlar da mevcuttur] sadece çocuklar sürekli huysuzluk yaptıkları, oyuncaklarını paylaşmadıkları, aksine başka çocukların ellerinden oyuncakları aldıkları, sürekli mizmızlandıkları, ve 'ben' yarısına girdikleri için zor değil; annenin bebeğinin artık onun organik bir parçası olmadığını idrak etmesi ya da idrak edememesinden mütevellid bir zorluk durumu da ayrıca..
Ben Delfina'nın paylaşımcı bir bebek olmasını istiyorum. Çünkü ben paylaşmanın gücüne deliler gibi  inanan bir insanım [Bakınız Bebedonusum Projesi]. Ama şu an Delfina paylaşmak ya da takas yapmak istemiyorsa, bu onun kişisel gelişimine dairdir. Bana dair değil. Ve benim bu kadar durumu öznelleştirmem ve kendimi yıpratmam sanırım yanlış.
Ne olursa olsun Delfina'm benim harika bir yol arkadaşım..
Hep onun gibi bir yol arkadaşım olsun istedim ve oldu..
Onun benden, benim ondan öğreneceğim çok şey var [Yaradan uzun ve sağlıklı ömürler versin herkese]. Paylaşacağımız çok güzel bir sevgimiz var..
Ben ne zaman üzülsem, gelip beni öpücüğe boğan tatlı bir kızım var..
Sadece değişime ayak uydurması gereken milyarlarca anneden bir tanesiyim..
Biliyorum ki kızımla aramda olan o görünmez ip kopmaz asla, döner dolaşır ilk bağlanma noktasına gelir... Nerden mi biliyorum? Benim de bir annem var, ordan ;)

3 comments:

  1. Dile getirişiniz ne güzel..
    Ayrı ruh ayrı bireyler... bizden olma..
    ne büyülü değil mi..

    ReplyDelete
  2. esra ne güzel anlatmışsın :)
    "benim kızım" derken içten içe suçluluk duyardım, yalnız değilmişim

    ReplyDelete
  3. Gerçekten çok doğru bi yazı.. Kişiler farklı Ama duygularımız hep benzer.. Allah hepimize evlatlarımız ile güzel günler göstersin

    ReplyDelete

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...