My photo
a utopist, a green, a free soul, a liberal, a young (well let's say 'a new' rather than 'young') mother, a rebel, a thinker, a smiler, a wonderer, a note, a butterfly, a rainbow, a nymph, a kite, a wave, a breeze from the sea, a purple soul, a chocolate-addict, a lover...

Friday, 12 July 2013

Ev-yapımı Güneş Kremi

Güneş kremlerinin; hormonları nasıl etkilediklerini ve farklı markalar hakkında kıyamet gibi bilgi bulabilirsiniz farklı bloglarda ve internet sitelerinde. Ben de her anne gibi çocuğu için en iyisini araştıran bir anne olarak güneşten korunma konusunda okumaya ve çevremle konuşmaya başladım. Okudukça okudum. Ve yabancı bir markaya sadece 100ml için dolar üzerinden birsürü para bayılmaktansa, kremi kendim yapmaya karar verdim :)
Tarifimi paylaşmadan önce güneşle ve güneşlenmeyle ilgili bakış açımı sunmak isterim.

Güneş evet birçok açıdan mucizevi bir kaynak olsa da unutmamak gerekir ki güneşin ciddi yaşlandırıcı bir etkisi var ve Yeni Zelanda gibi ozon tabakasının ince olduğu ülkelerde cilt kanseri vakaları fazla. Diğer bir açıdan güneş kremleri hep yegane koruyucu gibi lanse ediliyor. Niye? Çünkü ardında kocaman ve pahalı bir endüstri var. Güneş kremlerinin içindekiler kısmına bir bakın, kaç kelimeyi anlayabiliyorsunuz bir düşünün. İçeriğini anlayamadığımız ürünleri ve vücudumuza olan etkilerini bilmeden maalesef ki alıp herşeyi emen cildimize düşünmeden sürebiliyoruz. Peki çocuklarımız?
Kızımla olan yolculuğumuz bana hayattaki herşeyi yeniden ve yeniden sorgulattı/sorgulatıyor. Bundan dört yıl önce birisi dese, ben güneş kremimi kendim yapıyorum diye, garip garip bakardım sanırım ama bugün oturdum tüm yaz boyunca yetecek güneş kremini kendim yaptım.
Tabi güneş kremi güneşten korunmayı tam sağlamıyor. Yıllardır şöyle bir gözlemim var: nedense gençliğinden beri bol bol güneşlenmiş yaşlı teyzeler, diğer yaşıtlarına göre çok daha buruşuk ve kırışık ciltliler. Muhtemelen gözlemim çok öznel ama nedense hep öyle gördüm. Ben ne zaman korumasız cildimi güneşe maruz bıraksam hemen cildimdeki benler çoğalır, cildim kızarır, ben küçük küçük sivilceler çıkar. Cildim güneşi maalesef çok tolere edemiyor. Evet korumasız her gün 10 dakika güneş banyosu yapmak çok yararlı, peki günün geri kalanında?
Ben giysilerle korunmaya inanıyorum. Bir uzun kollu bluz 15 derece güneş koruması sağlıyor. Bunu şapkayla destekleyerek güneş kremi kullanmadan dışarda gönül rahatlığıyla geziyorum [Yeni Zelanda hariç, çünkü güneşin, ince ozon tabakasından mütevellid ciddi yakıcı etkisi var]. Delfina plajdayken UVA korumalı mayoları var iki set, onları giyiyor ve tabii ki kafaya şapka. Güneş gözlüğünü istediğinde takıyor, onu da gözlükçüden aldık.
Özellikle 2 yasına kadarki tatillerimizde güneş ışınlarının dik geldiği 10-4 arası saatlerde plaja gitmedik. Unutmayın, tehlikeli saatlerde gölgede oturmak, güneşe maruz kalmadığınız anlamına gelmiyor. Beyaz taştan, kumdan, yerdeki fayanstan güneş ışınları yansıyıp tekrar size ve bebeğinize gelebiliyor ve zararlı olabiliyor. Dikkatli olmak lazım.
Korumasız, uzun süre ve aşırı süre olan güneşlenmeye inanmıyorum.
Kendim adıma da uzun süre güneş altında kalıp, ardından yaşlandırmayı geciktirici (!) kremler sürmeye de inanmıyorum.
Gelelim ev yapımı güneş kremimize. Güneş kremimizin ana koruyucu özellikte olan maddesi çinko oksit [zinc oxide]. Bilen bilir, İngiliz kolonisi ülkelerde cricket çok ünlü bir spor/oyundur. Cricket oyuncuları uzun süre güneş altında kaldıkları için yüzlerine kalınca bir katman çinko oksit sürerler. Çinkoyu araştırırken diş dolgularında da kullanıldığını öğrendim. Hemen dişçi olan kuzenimi aradım. O da onayladı, öyle ki dolguları doldurmadan önce çinko oksit sürüyorlarmış karanfil yağıyla birlikte, ve bu çinko oksit diş röntgeni çekildiğinde maddenin altında kalan yapıyı göstermiyormuş. Yani ışınlara karşı çok etkili, katman oluşturuyor. Öte yandan, doğada direkt bulunabilen bir madde değil, sentetik bir madde. Forumlarda susam yağının da güneş koruması için kullanıldığını öğrendim. Ama daha sonra susam yağının kılları güçlendirdiğini ve kıl oranını arttırdığını okudum. Ama evet yağlar içinde en yüksek faktör [SPF 15] koruma sağlayan yağ susam yağıymış. Yine de kıl konusuna kıl olaraktan güneş kreminde yer almamasına ve çinko bazlı bir tarif yapmak istediğime karar verdim.
Wellness Mama'dan bir tarif gördüm ve onu uygulamaya karar verdim.
Tarifimiz şöyle:


Ev-yapımı güneş kremi:


  • 1/2 bardak sızma zeytinyağı
  • 1/4 bardak organik hindistan cevizi yağı [doğal SPF 4)
  • 1/4 bardak balmumu
  • 2 çorba kaşığı organik karite yağı [Shea Butter] [Doğal SPF 4-5]
  • 2 çorba kaşığı nano olmayan çinko oksit [20+ SPF]
  • 1 damla organik çayağacı ya da biberiye yağı [tercihinize bağlı]
  • 2 damla yasemin yağı [tercihinize bağlı]

Nasıl yapılır?

  1. Çinko oksit ve esansiyel yağlar [çayağacı ve yasemin] hariç tüm malzemeleri bir cam kavanoza koydum.
  2. Ocağa bir küçük tencere koyup, içine iki su bardağı kadar su koyup, kaynatmaya başladım. Bu esnada cam kavanozu benmari usulü tencerenin içine yerleştirdim.
  3. Hepsi eriyip, kaynaştıktan sonra, ağzımı bir tülbentle kapayıp iki kaşık çinko oksiti [direkt solunulmaması tavsiye ediliyor] sıvı haline gelen diğer malzemelerle karıştırdım
  4. Çinkoyu ekledikten sonra cam kavanozu tencereden çıkarttım ve karıştırmaya devam ettim
  5. Sıcaklık biraz soğuyunca içlerine esansiyel yağlarımı ekleyip şişelerime kremi koydum, soğumaya bıraktım.

Hepsi bu!
Verdiğim tarif üzerinden 40 ml'lik dört şişe çıkıyor
Notlar ve Püf noktaları

  • Karite yağının hücre yenileyici özelliği var, kırışıklıklar için kullanılan bir yağ. Ayrıca, karite yağını koymamızın ana nedeni waterproof yani şu geçirmez özelliği katması kremimize.
  • Hindistan cevizinin faydaları saymakla bitmiyor zaten.
  • Balmumu konusunda dikkatli olmalısınız. Piyasada satılan birçok balmumu parafin içeriyor doğal değil. Bu tarz balmumları ucuz ve aldatıcı. Kaş yapıyorum derken göz çıkartmamak gerekiyor. Malzemelerinizi aldığınız tedarikçiyi iyi seçmeli, bol sorular sormalısınız. Ben arıcılardan alıyorum hakiki balmumunu.
  • Esansiyel yağlara gelince: Bu tamamen tercih meselesi. Ben şişe içinde herhangi bir bakteri oluşumunu engellemek için çayağacı damlattım 1 damla kadar. Kokusunu güzelleştirmek adına da evde olan yasemin yağını kullandım. Sizde mesela vanilya yağı ya da başka bir yağ varsa kullanabilirsiniz. Yalnız turunçgillerden olan yağları kullanmamanızı tavsiye ediyorum. Çünkü ciltte leke birabildiği söyleniyor. Güneş kreminde kullanılmaması gereken esansiyel yağların bir listesini buradan bulabilirsiniz.
  • Çinko oksiti bulmak biraz zor. Kimse iki çorba kaşığı kadar nereden alınır bilmiyor. Çok araştırmam gerekti ama sonunda buldum. Buldum da öyle iki çorba kaşığı kadar satan yer bulamadım ve kilolarca almak zorunda kaldım. Dileyenlere maaliyetini karşılayacak şekilde iki çorba kaşığı tedarik edebilirim. Ya da bu kadar ürünü hazırlamakla uğraşamam diyenlere, yardımcı olabilirim. Özelden bana yazabilirsiniz: korinakrem@gmail.com. Benim kullandığım çinko oksit en üst seviye altın mühür diye geçiyor. Dikkat etmeniz gereken şey nano teknolojisi olmamalı çinko oksit. Zaten nano olan çok pahalı oluyormuş. Nano teknoloji ile üretilenler derinin altından vücuda sızıyor, derinin üstünde kalıp kalkan vazifesi görmek yerine. 
  • Çinko hariç tüm malzemeleri yıllar geçtikçe tek bir dükkandan bulmakta zorlanıyorum, alırken de yağların son kullanma tarihlerini sorun lütfen. Yağların raf ömrü 1.5 ile 2 yıl arası değişiyor. Sizin alacağınız yağların raf ömrü en az bir yıl daha olması lazım. Bir diğer sorun da bu yağların kiloyla satılmaları. Yani yıllık ihtiyacınız kadar güneş kremi yapmak için kilolarca yağ almak zorunda kalabiliyorsunuz.
20+ faktörlü güneş kremi yapmak o kadar da zor değilmiş. Evet herşeyde olduğu gibi bunda da emek var ama hiçbir şey imkansız değil. Bir nevi hobi olarak görüyorum evde yapılmaz denilen ürünleri evde hazırlamayı. Pek de keyifli. Hele yanınızda size eşlik eden kafa bir arkadaşınız varsa, pek de güzel. Sevgili Hande ve Bengisu'ya bugün bize katıldıkları için sonsuz sevgiler..
Bu arada siz de çocuğunuzla bu etkinliği birlikte yapmak isterseniz, bırakın çocuğunuz balmumunun dokusunu parmaklarıyla hissetsin; karite yağının kayganlığını hissetsin; ona güneşin hikayelerini anlatın karışımı karıştırırken; nasıl da güneşin bizi beslediğini, bize sonsuz yararları olduğunu ama bir taraftan da bizim güneşe karşı korunmamız gerektiğini... Hikayeler bitmez... Her iş, zevkle çocuklarla birlikte yapılabilir..
Hayatta küçük zevkler var insanı çok mutlu eden. Benim için evde güneş kremi yapmak da böyle bir şeydi.
Keyifli yazlar, istakoz gibi kızarmamalar...
Sevgiyle, keyifle, sağlıkla...
Sonradan ekleme bilgi: 2014'un başlarında Yeni Zelanda [YZ]'daydık. YZ'da ozon tabakası Kuzey Yarım Küredeki endüstrileşmenin tetiklemesiyle daha ince ve o yüzden YZ'da cildinizi güneşe karşı iyi korumalısınız yoksa vücuttaki lekeler artıyor ya da cilt kanseri olunuyor. YZ'daki Cancer Society'in hazırladığı özel güneş kremleri satılıyor, içeriğindeki en büyük etken maddeyse çinko oksit. Oradan aldığım doğa ve sağlık magazinlerinde de tavsiye edilen ana güneş koruyucu madde çinko oksit.
2018'den bir not: Beş yıllık kendi güneş kremimizi kendimiz yapmamız ve çevremdeki sevdiklerimle paylaşma macerasından sonra, 2018 itibariyle görüyorum ki tarifi açıkça paylaşmış olsam da modern zamanlarda insanların en kıymetlisi 'zaman' bulmak ya da daha doğrusu zaman bulamamak! O yüzden Delfina ve Delfina'nın kardeşi Koru'nun isimlerinin karışımı Korina doğdu. Korina aynı zamanda özgürlüğüne düşkün Ege'li Yunan bir şairin adı ve o hep görmeyi çok arzuladığım Peru'nun yerli dilinin adı. %100 doğal ve içindeki yağların %80'ini organik sertifikalı yağlardan ürettiğim, altın mühür cinsinden çinko oksit güneş kremini www.instagram.com/KorinaKrem veya www.korinakrem.com adresinden benimle iletişime geçerek edinebilirsiniz. Ben beş yıl önce bu tarifi paylaştığımda benim bildiğim kadarıyla Türkçe yazılmış bir güneş kremi tarifi yoktu, şimdiyse bol bol var. İlgimi çeken bir diğer nokta bu tarif birçok butik firma tarafından uygulanmış ve bana sorarsanız çok yüksek fiyatlara satılıyor. Ben her ekonomik seviyeden insanların organik ürünlere ulaşabilmeleri gerektiğine inanıyorum ve hatta 'el insaf!' diyorum piyasadaki organik bile olmayan el yapımı güneş kremlerinin satıldığı rakamları görünce. Bir diğer konu ise tüketicinin kandırılma sorunu. Her ne kadar krem yapmak için benim de kullandığım yağlar soğuk sıkım olsa da kremi oluşturabilmek için bu yağlar ısıl işleme maruz kalıyorlar ve soğuk sıkım olmuş olmaları birşey ifade etmiyor. Organik yağ kullanmayıp, reklamını yaparken soğuk sıkım kullandık diyen firmalara lütfen itibar etmeyin. Bu göz göre göre tüketiciyi kandırmak oluyor.  Güneşli zamanlarımızın keyifle ve sağlıkla geçmesi dileğimle...
 


Gerisi burda...

Sunday, 23 June 2013

Ev-yapımı sinek kovucu ve ter kokusunu önleyici sprey


Bildiğiniz gibi bu blogda yayınlamaya çalıştığım konulardan biri kimyasallara karşı doğal çözümler nasıl üretilebilir konusu.
Dün doldurma parfüm işi yapan dükkanlardan birine gidip tanesi 2.5 TL'ye ana kısmı 10ml'lik camdan yapılma sprey aldım iki tane. Bunlardan bir tanesinin içine sinek-böcek kovucu bir karışım; diğerine basit, terlendiğinde kokmayı önleyici  bir sıvı hazırladık Delfina'yla. Hızlı ve eğlenceli bir hazırlama süreci geçirdik. İşte tariflerimiz:

Ev-yapımı sinek-böcek-kene kovucu: [10 ml'lik şişe için]

-Şişenin yarısını içme suyuyla doldurun
- Ardından aşağıdaki yağlardan damlatın
  • 4 damla citrönella yağı  [bu yağı TR'de bulmak imkansız değil ama biraz zor, bazı yağ satan dükkanlardan ya da internetten tedarik edebilirsiniz. Yurtdışından daha ucuza alabilirsiniz organik olanını. O yüzden mutlaka yurtdışına çıkacaksanız ya da yurtdışından getirtebiliyorsanız getirtin]
  • 6 damla biberiye yağı
  • 2 damla çayağacı yağı (çayağacını erkek çocuklarda kullanmayın, zayıf bir araştırmaya göre erkeklerde göğüs büyümesine neden oluyor.)
  • 3 damla karanfil yağı
  • 4 damla portakal yağı
  • 1 damla okaliptüs [çocuk gelişimine olumsuz etkisi olduğunu düşündüğüm için sadece 1 damla kullandım, büyükler içinse hazırlanacak sıvı 4 damla konulabilir]
  • 3 damla lavanta [Delfina'nın ve benim lavanta alerjimiz var maalesef, o yüzden bizim karışımımızın içinde lavanta yok. Ama siz, alerjiniz yoksa, ekleyebilirsiniz. Sinekler üzerinde etkilidir.]
-Yarım silme çay kaşığı karbonat [yemek sodası] ekleyip karıştırın
- Dışarı çıkmadan ve yatmadan önce vücudunuzun farklı yerlerine spreyleyin.
Hepsi bu! Daha ayrıntılı tarifler de var, bu bağlantıyı tavsiye ederim.
*Ayrıca ben balkonumda ve mutfağımda biberiye bitkisi bulunduruyorum, sinek kaçırıcı etkisinden dolayı [dikkat ederseniz etrafında sinek bulunan büyük otellerin bahçeleri biberiyeyle kaplıdır. Bir diğer noktaysa yemeklere biberiyenin çok yakışması]. Sineklerden tamamen kurtulmak isterseniz evde kurbağa beslemeye de başlayabilirsiniz tabii, gece sesinden uyuyabilirseniz ;))
Önemli not: Herhangi bir yağa sizin ya da bebeğinizin alerjisi olabilir. Bu yüzden kullanmadan önce mutlaka elinize yağdan bir damla damlatıp alerjik reaksiyon gösterip göstermediğinize bir bakın.
Önemli not 2: Kullanmadan önce mutlaka şişeyi çalkalayın.
Önemli not 3: Eğer elimde bu yağların hepsi yok, hangileri en önemlileri diyorsanız: citrönella, biberiye, çayağacı, lavanta en önemlileri. Ama bu yağlar gündelik hayatta da çok işe yarayan yağlar. O yüzden mutlaka evinizde bulundurun derim. Delfina düşüp bir yerini kanattığında, onu sinek ısırdığında mutlaka biberiye ve çayağacını sürüyorum. Ateşlendiğinde ya da ishal olduğunda ayaklarının altına kekik, lavanta, nane yağlarını sürüyorum. Ecza dolabımızda ilaçtan ziyade yağ var. Herkese tavsiye ederim.

Ev-yapımı ter kokusunu önleyici sprey [10 ml'lik şişe için]


Organik elma sirkesini sprey şişesinin içine koyun. Koltuk altınıza spreyleyin. Bu kadar kolay! Ben aylardır bu metodu uyguluyorum ve gerçekten üzülüyorum yıllarca koltuk altıma kimyasalları sürdüğüm için. Terin cinsine göre sirke işe yaramayabilir. Eğer sirke işe yaramazsa, karbonatlı su deneyin. Şişeyi yarısına kadar doldurup geri kalan kısmına karbonat koyup çalkalayın. Piyasada aynı mantıkta satılan himalaya tuz kalıpları da var.
Kimyasallardan arınmış olarak yaşamak o kadar da zor değil esasında. Herşey sağlıkla ve mutlu yaşamak için!

Gerisi burda...

Thursday, 6 June 2013

Şekersiz ve pekmezsiz tatlı tarifi / An Easy sugar-free recipe

Son iki buçuk yıldır şekere alternatif gönül rahatlığıyla kızıma verebileceğim bir tatlı tarifi arıyordum. Malumunuz pekmezin ve balın 60-70 derecenin üstünde pişirildiğinde kansorojen maddeye dönüştüğünü öğrendiğimden beri kek ve kurabiyelerde pekmez ve balı kullanamıyordum. Ek bilgi: Delfina [an itibariyle dolu dolu 2.5 yasında] son 6 aydır bol bol bal, tahin-pekmez, arı poleni yiyor. Neyse sözü uzatmayıp hemen tarife geçelim:

1 su bardağı yulaf ezmesi [çok sağlıklıdır, İskoçlar kahvaltıda çok tüketir. Ama tüketildikten sonra dişler fırçalanmalı ya da şu içilmeli çünkü yulafın dişleri çürütücü etkisi var
2 muz
Bir avuç kuru üzüm
2 hurma [çekirdeği çıkarılmış ve küçük küçük kesilmiş]
Delfina sevinçle kurabiyesini yerken

Hepsini karıştırıp, bir tepsiyi yağlayıp, içine karışımı döküp, 175 derece fırında 20 dakika pişirebilirsiniz.
Çok besleyici ve zevkle yenilen bir tarif..
Kırmızı yaban mersini (cranberry) ile de yapıyorum çok güzel oluyor. Elma ya da armut püresiyle de deneyebilirsiniz. Bir kısa not: kuru meyveleri kullanmadan önce mutlaka sıcak suyla yıkayın çünkü ya kumlu oluyor, daha sonra böbrekleri zorluyor, ya da yağ ve şekere banarak kurutuyorlar yaban mersininde olduğu gibi. O yüzden yemeden iyice sıcak suda, hatta birkaç su yıkamalı.

An alternative, yummy and sugar-free recipe:

1 cup of rolled oats
2 bananas
A handful of raisins or dried cranberries
2 pitted and cubed dates 
Mix, grease a tray and put the mixture in and bake for 20 mins at 175 degrees
Enjoy!
Gerisi burda...

Tuesday, 30 April 2013

Baloncuk yakalamaca / Catching bubbles

Here is a fun activity in which you can engage your child for a minimum of an hour:

a squirt of dishwashing liquid
a flat tablespoon of icing sugar
2 drops of food colouring
a colander
a hand grater [or anything with holes]
a pair of tongs











We blew the bubbles, felt the texture, poured bubbles into a cup with the help of a colander and got tickled with the effect of bubbles, then using a pair of tongs we tried to blow some of the bubbles. Also, it's a good way to teach your child colours. Such a fun activity :)




İşte çocuğunuzla geçirebileceğiniz harika bir saatin formülü:

Bir sıkımlık bulaşık deterjanı
Bir tutam pudra şekeri
Az miktar gıda boyası
Bir kevgir
Bir el rendesi [ delikli herhangi bir ev aleti ya da oyuncak da iş görür]
Bir maşa
üfledik, elledik, hissettik, bir kaptan diğerine aktardık, tamamen köpükle doldurduğumuz bardağın içine elimizi sokup gıdıklandık, masayla tek tek baloncukları yakalamaya çalıştık, içine karabiber-çörekotu- tuz atıp yaptığı etkiye baktık. Hem de renkleri çalışmak için çok iyi bir aktivite :) Köpükleri kim sevmez ki :)
Gerisi burda...

Sunday, 28 April 2013

Flowers and Istanbul

Istanbul is becoming a city of concrete buildings and tall buildings.
It's not the Istanbul that I moved to in 1999. Lots changed.
Topkapi Palace Garden 
 Yesterday [22 April] we spent the day in Topkapi Palace and Gulhane Park. April is known to be a month of tulips in Istanbul. Tulips have a significance for Turkey: they symbolise God. You can write the word 'lale' which means tulip and 'Allah', the word for God in Islam, using exactly the same letters. That's one of the reasons why you see lots of tulips in Turkish arts, particularly in Turkish tiling. In April, IBB [Istanbul Municipality] surrounds big parks with big beds of tulips. It's pretty to see whole bunches of tulips everywhere but I realised today that the enormous amounts of tulips actually symbolise the crowdedness of Istanbul. The tulips in those gardens [particularly Emirgan, Gulhane and Yildiz Parks] are not naturalistically designed but on the contrary designed so that they are very crowded and packed.
On the 23rd of April, Children's Day in Turkey, we spent the day in Ataturk Arbetorum which is located on the outskirts of the Sariyer district. All green and beautiful.. There were daffodils, buttercups, tulips and some purple and white flowers but all naturally spread out. It was very relaxing and inspiring to look at them. The day that Delfina and I were in Gulhane Park, it was lovely to see millions of tulips but it was nothing compared to our experience at Ataturk Arbetorum.


Young and old scientists
in Ataturk Arbetorum
I guess human nature is changing so very fast and artificially that people don't care about natural harmony anymore. That's because we stopped to look at nature. Throughout the day, what we see in Istanbul is only concrete buildings and rapidly rising skyscrapers. Maybe that's why, naturally, looking for artificial patterns becomes natural in an environment where we only look at artificial concrete buildings. 


Gerisi burda...

Saturday, 27 April 2013

'Anneee memme'.. Bir maceranin 'an'lanmasi ve anlami

Her anne ve bebeğin yolculuğu bambaşka...
Herkes anneliği farklı soluklarda yaşıyor...
Ben ilk anne olduğum ve Delfina'yı doğumhanenin ardından odada kucağıma ilk verdikleri andan itibaren Delfina büyük bir ustalıkla emme macerasına başladı. Sanırım Delfina'yı emzirdiğim sütle 3-4 çocuk büyürdü. Hep emmeyi çok sevdi, memeye çok düşkündü.. O istedikçe de hep verdim. Her derdin çaresi memeydi.. 
Emzirmek farklı sağlık nedenlerimden dolayı beni çok zorladı. Yemek yemeyi sevmeyen hatta akşam 7'den sonra ağzına lokma koymayan benin, sürekli yemek yemesi gerekiyordu sürekli emzirebilmek için. Kolestrol normal üst sınırın hep iki katıydı emzirirken. Hoş daha sonra bunun çok normal bir olay olduğunu öğrendim: Kimi emziren annelerin kolestrolleri hep yüksek olurmuş ki sütün zaten %90'i kolestrol yani streoid imiş. Bebeğin hastalıklara karşı anne sütüyle kolayca mücadele etmesinin nedeni buymuş ve zaten ABD'de emziren anneler derneği emziren annelerde kolestrolün bakılmaması gerektiğini söylerlermiş. Geçen yaz dönemi kolestrolden dolayı halsizlikle sürünürken, birden egzersiz yapmaya başlayarak bu dönemi de iyi bir şekilde atlatmış oldum.
Hemen hemen 2.5 yıldır başka annelerin emzirmeyi nasıl bıraktırdıklarını okudum bol bol farklı grup ve forumlarda. Ben hep emzirmeyi bıraktığımda ağlayacağımı düşünerek hatta ağlamış bir anneyim. Yalnız bu sürecin çok doğal olması ve benim memeye dair 'hasta oldu, kötü meme' diyerek ya da memeye farklı tadlar sürerek memeden soğutma tarzında yollara başvurma yollarıyla olmaması için dua ediyordum. Ne de olsa meme bu kadar süre bebeğimin rızkının geldiği, şefkat ve rahmet deposuydu... Sanırım dualarım kabul oldu.. ve emzirme maceramız ben de Delfina da farkına varmadan bir anda 'an'landı... Yaşadığımız yüzbinlerce andan bir 'an' oluverdi...

Acaba iki yaşına kadar emzirmeyi başarabilecek miyim?

Delfina 1. yaşını bastıktan sonra sıklıkla acaba ben bu çocuğu iki yaşına kadar emzirmeyi başarabilecek miyim diye düşündüm durdum. 18 aylıktı, çok eziyet ediyordu ve gece emmelerimiz hala devam ediyordu. Canıma tak etti, istemesem de memeyi bırakıyoruz diye karar aldım, hüngür hüngür ağladım durdum. O sırada ev arama derdimiz de vardı ve bu beni çok stres altına sokmuştu sanırım. Sonra eşim dedi ki önce gece emmelerini bitirelim. Ve eşimin yardımıyla gece emmelerini bitirdik ve ben baya bir rahatladım. Gece uyandığında sadece eşim kalkıp şu verdi, ilk günlerde de porridge verdi [yulaf sıcak süt ya da su ile şişirilir ve kuru meyve ya da bal yardımıyla istenirse tatlandırılır. Muhallebi tarzı gıdalar vermekten daha yararlıdır ve besleyicidir. Sadece yeme işlemi bittikten sonra yulafın etkisi dişleri çürütmesin diye yeme işleminden hemen sonra bir yudum su verilir ya da ağzı fırçalanır]. Geceleri uyumaya başlayan Esra, kesinlikle daha mutlu bir anne oldu...

Ardından ikinci yaş geçti, ama Esra anne bir türlü bırakamadı emdirmeyi. Belki de Delfina'dan ziyade kendisi hazır değildi bu güzel maceranın bitmesine ama Delfina 2.5 yaşında olmaya 5 hafta kala tamamen bir doğal döngü içerisinde kendi kendine bıraktı memme emmeyi. Ki Esra anne memeyi bıraktıklarını anlamadı bile. En son emzirmeden [16 Nisan 2013], bir hafta sonra ne zaman ki Esra anne, Delfi'ye sordu 'emzirmeyi bıraktık mı yani' diye, Delfi büyük bir olgunlukla 'evet' diye cevap verdi. Günde bir kez yanıma gelip, canı sıkıldığında ve ne yapacağını bilemediğinde hala bi kez 'anne memme' diyor ama ikinci kez tekrar etmiyor. Sanırım o sıcaklığı arıyor.. Ama benim vücudum da artık bitip tükenmişti.. Ağzımda çıkan yaralar, tırnaklarımda beyazlıklar, sürekli nefes almaya bile halim olmayacak kadar halsizlik, aşırı yorgunluk, diş etlerimin tamamen çekildiğini hissetme.. Her şey doğasıyla, en güzel şekilde oldu... 
Her anına, gelen sütün her damlasına çok şükür..

Peki emzirmeyi bırakma sonrası göğüste şişkinlik olmadı mı?

Olmadı. Çünkü, prensipli bir çalışma yapmış olduk. İki yaşını geçtikten sonra sadece akşam ve sabah emme moduna geçtik. Aradan bir süre geçti sadece sabah oldu. Bir süre sonra iki günde bir sadece sabah oldu ve kendiliğinden de sonlandı. Geçen hafta Emziren Anneler grubunda okuduğuma göre Anadolu'da memenin üstüne nane bitkisi konunca süt hemen kaçarmış. Ben bunu bilmeden yapmış oldum şöyle ki: Bahar ayı gelince mevsim değişikliğinin etkisiyle benim üşütmem artar, en küçük bir şeyde midem bulanır. Bunun için de topuğumun altına vicks ya da nane yağı sürerim. Malumunuz topuk bölgesinden sürülen yağ hemen kan dolaşım sistemine karışır. O yüzden memede süt kaldığını hiç sanmıyorum.

Emzirirken yemeye dikkat ettiklerim [Belki emziren annelerin işine yarar]

Benim maceramda emzirmeyi artıran şeyler:
  • Emzirmeye ilk başladığımda abim aktardan 'milk tea' adında bir ot karışımı aldı. Karışımın içinde kimyon [gaz alır], rezene, çemen otu, kereviz, ısırgan ve bir kaç karışım daha var. Ya yoğurda karıştırıp yedim, ya da çayını yapıp içtim.
  • Rezene bitkisinin kök kısmı + somon balığı. Birlikte fırında yapıp afiyetle yedikten sonra ertesi güne hep sütüm fışkırarak aktı. Rezene bitkisini Şişli Organik Pazar'dan ya da Migros'tan edinebilirsiniz. Ya da yerel köy pazarlarından.
  • Rezene çayı çok içtim, sütüm gazsız olsun diye.
  • Tabi işin sırrı bol su içmekte.
  • Helva [azıcık bir parça]. İnanılmaz sütümü arttırdı. 
> Ayrıca  anneye gıda takviyesi olarak sprilunayı tavsiye ediyorum. Emzirmekten bitap düştüğümde hep spriluna içtim ve toparladım. Aslen deniz yosunu spriluna: mineral, demir ve B vitamini açısından çok zengin. Organik ya da Hawai'den gelenini tercih etmelisiniz. Türkiye'de Solgar'dan temin edebiliyorsunuz.

Mastit olduğunda ne yapılmalı:

İlk mastit olduğumda yani göğsümde süt bezesi olduğunda annem demişti ki 'canının çektiği bir şey olmuş ve yememişsin'. Ben buna inanmamış ve hatta alay geçmiştim ama binkez deneyip yenildikten sonra anladım ki doğruymuş: Emzirirken canınız ne çektiyse çekinmeyin yiyin! Ne zaman ki yemedim, hep göğsüm şişti.
*Mastit olduysanız, emzirmeden önce sıcak, emzirdikten sonra soğuk kompres yapmak gerekir. Sıcak suyla banyo yapmak, mümkünse jakuziye girip memelere sıcak suyla masaj yaptırmak iyi geliyor.
Bol bol emdirmek gereken bir durum hatta mümkünse profesyonel pompa bulup bol bol sağıp atmak gerekiyor. Ama mesela bir hafta göğüs sızlaması hissedip, bir sürü teknik deneyip geçiremediğim mastiti, bir hafta önce canımın çektiği ama yememiş olduğum tepsi helvasını yiyerek akıttığım vakidir. Şaka gibi ama gerçek..
*Eğer mastit başedilemeyecek durumdaysa antibiyotik kullanmak zorunda kalabilirsiniz. Benim başıma bir kez geldi. Çünkü eğer antibiyotik kullanmazsanız, ameliyatla bezeyi alıyorlar. Mecburen kullandım. Yalnız kadın doğum doktorum benim kalp hastası olduğumu bilmesine rağmen Voltaren hap verdi, üç kez kullanımlık üç gün boyunca. Ve kalbim kötü sıkıştı ve fenalık geçirdim, doktorun hatalı yönlendirmesinden ötürü. :( >Voltaren'i kalp hastalarının kullanmaması gerekiyormuş, zira sağlıklı insanlar için bile iyi değilmiş ek bir bilgi olarak yazayım buraya.
Al-Hambra Sarayinda emzirirken

Bu teknik sorunlar hariç emzirme dünyanın en büyük ve harika bağlarından biri. Bebeğiniz açsa, memenin ucuna kadar gelen kan birden ak süte dönüveriyor ve süt bebeği doyuracak şekilde geliyor; bebeğiniz susamışsa sulu kıvamda; hastaysa antibiyotik gibi etki yapacak donanımda geliyor. Büyük bir mucize ve rahmet pınarı..
Emzirmekten nolur vazgeçmeyin, ilk günlerde hemen süt şırıl şırıl gelmez. Zaten ilk üç gün açık kahverengi bir su şeklinde gelir ki bu bebeğin tüm bağışıklık sistemini, sindirim sistemini oluşturucu görevdedir. Bebeğiniz alsa da almasa da hep verin. Yalnız dikkatli olunması gereken bir nokta var ki hazır mamaların içinde - tam hatırlamamakla birlikte - dil altında bir değeri bozucu içerik varmış. Bu yüzden mamanın tadını alan bebekler memeye pek ilgi göstermezmiş. Malumunuz anne sütünün içindekiler bebeğin yaşına göre içeriğini değiştiriyor. Her aya, her ana özel süt üretiliyor. Ama mamalar öyle değil. Bana şimdi burdan konuşmak kolay, zorluğu yaşayan bilir. Ama nolur sütünüzden vazgeçmeyin, ve emzirmeyi canı gönülden isteyin derim. Şunu gördüm ki annenin psikolojisiyle de çok alakalı bu emzirme işi. Annenin gönlü hoş tutulmalı, kaynanalar çok konuşmamalı, hatta anne mümkünse haberleri izlemesin, hep olumlu düşünsün, hayatının güzel anlarını düşünsün, kollarına 9 ay boyunca beklediği bebeği geldiği için her ana şükretsin ve mutlu olsun..

Bir ayrı konuysa bebeklerin memeyi ısırması. Belki her bebek aynı değil ama ben bebeklerin memeyi özellikle ısırmadıklarını düşünüyorum. Sadece dişler yeni çıktığında çok keskin oluyor ve ısırıyormuşçasına acı duyabiliyor anne. Bebeklerin diş öncesi baya bir efor sarfetmeleri gerekiyor emmek için. O yüzden diş yeniyken de aynı gücü kullanmaları acı verebiliyor dişin sertliğiyle. Ben yeni dişi çıkar çıkmaz gözetim altında havuç gibi sert şeyler verirdim ki dişin keskinliği gitsin, törpülensin ;) 

Bebeği ne kadar emzirmek gerektiği hep çok konuşulan bir konu. Bununla ilgili yazılmış bir sürü makale ve yapılmış araştırma bulabilirsiniz internetten. Ben hep iki yaşı hedef aldım. Bir de şunu duydum ki bebeğin ilk bir yaşına kadar emmesi çok önemli ve hayati. Bir-iki yaş arası emdiğinde de iç organlarının ömrü uzuyormuş.
~
Heryerde emdirdim sanırım: 
Havada, karada, suda. 
Uçakta, feribotta, otobüste, takside, dolmuşta. 
Antik şehirde, sarayda, konserde, ana yolda, bir ağacın altında. 
Konuşurken, kitap okurken, TV izlerken, yemek yerken. Delfina yıkanırken bile emzirdim. Daha ne diyeyim! :)
Her anı için şükrediyorum. Umarım kızımın ve tüm yavruların sağlıklı, sıhhatli bir hayatları olur. Ve umarım hep hayırlı insanlarla karşılaşırlar. İyi, dürüst, ahlaklı, sevgi dolu ve empati kurabilen bireyler olurlar...
Can Yücel'in bir şiiri vardır
'Bizi kuzu gibi büyüttüler,
Büyüyünce koyun gibi gütmek için'
diye. Evet ben emdiği için hep 'kuzum' dedim, ama umarım güdülen bir kadın olmaz.
Hep ayaklarının üstünde, ne yapacağını bilen, doğayla barışık bir kadın olur.
Bu dilekleri tüm insanlık için diliyorum tabi, sadece kendi kızım için değil..
Umutla ve mutlu olarak hayata bakabilirler umarım..
Sonsuz Sevgiyle..
EsraR~

*Önemli Not: Emzirmek bebekle kurulan milyarlarca bağdan sadece bir tanesi. Farklı nedenlerden dolayı emzirememiş bir anne bu yazıyı okursa kendini kötü hissetmesin dilerim.. Emzirme kolay kurulan bir fiziki bağ.. Başta da dediğim gibi her anne bu bağı farklı yaşar, her anne-bebeğin macerası farklıdır. Bu yazı sadece Delfina'ya bizim maceramızla ilgili yazdığım bir miras... Hem belki o faydalanır hem de başkaları, diye yazılmış bir yazı... Önemli olan yavrularımızın hayatımızda olmaları, kurulan bağlar hangi yolla olmuş olursa olsun.. Yani araç değil, amaca bakmak lazım~~~

Gerisi burda...

Wednesday, 24 April 2013

Bebelere dondurma


Delfina nerden öğrendi bilmiyorum ama dondurmayı öğrendi. Esasında bu o kadar da zor olmamış olsa gerek! Yolda, kitaplarda, televizyonda [her ne kadar evde TV az miktar çizgifilm olarak izlense ve reklamlar kesinlikle izletilmese bile] her yerde dondurma ve tatlılar övülüyor, yüceltiliyor. Yaza yaklaştıkça, yolda dondurma yiyenlerin sayısı arttı ve Delfina sürekli elinde birşey varmışçasına yalama taklidi yapıyor. Benim annem ben küçükken yıllarca küllahın içine reçel koyarak beni soğuk-buzlu olan gıdadan korumuştu. Tabii ki o zaman bilmiyordu ki şeker buzdan daha zararlı! Ama annelik işte: korumacı ve sevecen. Annemin benim üzerimdeki bu titizliği beni hala mutlu ediyor. İnsana çok iyi gelen bir duygu; annenin seni düşünüyor olması...

Ben de Delfina'ma dondurma yapmak için Tchibo'dan silikon dondurma kapları [bunun plastik kapli olanlari da var piyasada ama ben tercih edemiyorum, plastiginin icinde neler oldugunu bilemedigim icin, ne bileyim silikon daha iyi gibi geliyor bana] aldım. İçine evde ne malzeme varsa ona göre dolduruyorum. 

Muzlu Tarif:
Tazeliğini kaybetmiş, kararmış ya da arzunuza göre taptaze muzları dört parçaya bölüp dondurucunuzda her daim hazır edin. Dondurma yapmak için kişi sayısına göre muzları dondurucudan çıkarıp, üstüne 1-2 çorba kaşığı kadar süt ekleyip blenderdan geçirin. Ne kadar harika bir dondurma olduğuna inanamazsınız. Arzu ederseniz içine birkaç çilek ya da başka bir meyve de atabilirsiniz. Delfina bu dondurmanın üstüne dondurma tanımıyor. Aşağıdaki tarifler gibi buzlukta beklemesine de gerek yok. Direkt yapın ve yiyin ;)
Delfi kiwili dondurma yerken

Kiwili tarif:
1 kiwi
1 hurma [çekirdeği alınmış]
1 ufacık muz
Azıcık su
Hepsini blenderdan çekip silikon kabın içine doldurdum.

Çilekli tarif:
4 çilek
2 yemek kaşığı süzme yoğurt
1/4 bardak süt
hepsini blenderdan çekip silikon kabın içine doldurdum.

Karpuzlu ya da kavunlu tarif
Karpuzun ya da kavunun çekirdeklerini çıkartıp, blenderda çekip silikon kabın içine doldurdum.
Not 1: Tarifte verdiğim ölçüler bir silikon kabı içindir.
Not 2: Tarifler  yol gösterici niteliktedir. Siz içine bal, farklı kuru meyveler vs.. ekleyebilirsiniz.


Mantık basit ve kolay. Buzdolabınızdaki meyvelere ve malzemelere göre atmasyon yapılabilir.
Delfina zevkle yiyor, ve artık bana dışardaki dondurmaları göstermeyi bıraktı :)
*** Esasında bu tarif sadece bebekler için değil, büyükler için de. Dışardan satın aldığımız dondurmaların %85'i glikoz şurubuyla yapılıyor ki bu bizim karaciğeri öldürüyor malum. Madem amaç serinlemek, bari sağlıklı  sağlıklı serinleyelim.

Gerisi burda...

Thursday, 4 April 2013

Annenin iki yil sendromu


Uzmanlar diyor ki bebekler doğduktan sonra ilk 1.5 yıl boyunca kendilerini annelerinin bir parçası sanırlar, iki yaş sendromu diye adlandırılan zorlu süreç ise çocuğun bir birey olma konusundaki ilk çabası. Bebek kendisinin anneden bağımsız farklı bir birey olduğunu keşfeder, ve bir kişilik oluşturmaya başlar.
Her hikayenin iki tarafı olduğu gibi, 'iki yaş sendromu' sadece bebeğe ait değil.

Anneye de dair...

Kendini başka bir varlığın bir parçası sanan sadece bebek değil; aynı zamanda anne de...
Birden içinizde bir hayatın yeşerdiğini öğreniyorsunuz. Bu o kadar zorlu bir süreç ki tanıdığınız vücut, hormanlar ve hisler bambaşka bir hal ve şekil alıyor. Dünyaya bakışınız değişiyor. Vücudunuz sanki bilim-kurgu filmlerdeki gibi kabuk değiştiriyor, şekliniz değişiyor. Mesela kusmaya başlıyorsunuz. Sanki eski sistemin yeni sistemi kabullenme çabası. Ardından diyorlar ki içinizdeki can bir susam tanesinden küçük, ardından büyüyor bir yaban mersini, ardından elma, ananas ve en nihayetinde balkabağı büyüklüğünde bir canlıya dönüşüyor. Ve içinizde o yeni varlık için yaratılan, ve büyük bir kordonla size bağlı olan o buruşuk ama güzeller güzeli varlık içinizden binbir cefayla çıkıyor. Göbekleriniz bir kesiliyor. Sonra memelerinizden bir sıvı gelmeye başlıyor [memenin ucuna kadar kan, bebeğin ağzıyla meme ucu arasındaki o kısa noktadaki duygu ve iletişim seliyle oluşan anne sütü.. Bebek açsa koyu kıvamda; susamışsa sıvı olarak; hastaysa antibiyotik etkisinde gelen o mucize anne sütü..] Vücudunuz epey değişti, ama bambaşka da bir bağ başladı. O yüzden vücudunuzu tanıyamamanız o kadar da önemli değil. Kollarınızda cennet kokulu, çok yakınınızdan ama bi o kadar da uzaklardan gelmiş bir melek var.. Bu melek önce gülümsemeye başlıyor, aranızda etki-tepkiye dayanan bir ilişki başlıyor. Siz komiklik yapıyorsunuz [ya da gıdıklıyorsunuz], o gülüyor; o gülünce siz mutlu oluyorsunuz. Sonra o meleğin vücudu hareket edebildiğini öğreniyor; dönmeye başlıyor; ardından emeklemeye; ardından ayağa kalkmaya; yürümeye; koşmaya ve melek kanatlanıp ellerinizden uçacak kıvama geliyor.. O bebek zaman içinde büyüyor; ama bebeğin kendini keşfetme dönemleri sancılı da olsa; annenin o göbekten, ruhtan, candan, kandan bağlı olan bebeğinin artık kendisinden de pek bir farklı olan birey haline geldiğini görmek ve bu durumu aşırı duygusal bir annenin kabullenmesi çok zor...
Çocukken anlayamazdım neden büyükler çocuklarının, kendi ayak izlerini takip etmelerini istediklerini. Neden bir baba oğlunun "baba mesleği"ni devam ettirmesini isterdi; neden anneler kızlarının kıyafetine karışırdı. Neden aileler çocukları başka bir kadın/erkekle kaçtıklarında ya da hoşlarına gitmedikleri şeyleri yaptıklarında evlatlıktan men etme durumuna gelirlerdi?..
Cevabı çok bariz değil mi esasında?
Binbir emek ve değişimle büyüyor çocuklar..
Memeden kesmeyle başlayan, çocuğunun büyümesiyle ve özgür bir birey haline gelmesiyle ilerleyen süreçte; bazı ebeveynler hala çocuklarının kendisinden bambaşka bir karakterle varolan bireyler olduğunu kolayca kabullenemiyor. Çünkü, sorun yine benlik konusu. Kim bilir belki biz büyükler bile hala 'benlik' kavramını öğrenebilmiş değiliz.
Yol arkadasim ve ben
Delfina'm [bu kelimeyi yazarken kızımın adıyla benim anlamına gelen ekin arasına kesme işareti koymak istemiyorum. Ama biliyorum ki o bir birey. Benim malım değil. Yine de duygularım 'Delfinam' yaz gitsin diyor...], artık 28 aylık bir genç kız. Ve bana hem çok benzeyen hem de benden çok farklı bir genç kız.. Ben belki de Delfina'dan hayat adına çok şeyler öğrenmeye devam edeceğim. Geçen hafta Pazartesi Eminönü'nde alış veriş yapıyorduk. Delfina'ya bir üstü açık oyuncak kırmızı bir spor araba, bir de yeşil vosvos gösterdim. Üstü açık olanı tercih etti. Ardından çok daha büyük ve kırmızı vosvos gösterdim. Yine de küçük üstü açık olanı tercih etti. E ne var diyeceksiniz bunda? Ama bu benim için Delfina'nın benim karakterimden farklı olduğunu anladığım bir kırılma noktası.
İki yaş sendromu denilen süreç [ki bu süreçle hem fikir ve zıt fikir olanlar da mevcuttur] sadece çocuklar sürekli huysuzluk yaptıkları, oyuncaklarını paylaşmadıkları, aksine başka çocukların ellerinden oyuncakları aldıkları, sürekli mizmızlandıkları, ve 'ben' yarısına girdikleri için zor değil; annenin bebeğinin artık onun organik bir parçası olmadığını idrak etmesi ya da idrak edememesinden mütevellid bir zorluk durumu da ayrıca..
Ben Delfina'nın paylaşımcı bir bebek olmasını istiyorum. Çünkü ben paylaşmanın gücüne deliler gibi  inanan bir insanım [Bakınız Bebedonusum Projesi]. Ama şu an Delfina paylaşmak ya da takas yapmak istemiyorsa, bu onun kişisel gelişimine dairdir. Bana dair değil. Ve benim bu kadar durumu öznelleştirmem ve kendimi yıpratmam sanırım yanlış.
Ne olursa olsun Delfina'm benim harika bir yol arkadaşım..
Hep onun gibi bir yol arkadaşım olsun istedim ve oldu..
Onun benden, benim ondan öğreneceğim çok şey var [Yaradan uzun ve sağlıklı ömürler versin herkese]. Paylaşacağımız çok güzel bir sevgimiz var..
Ben ne zaman üzülsem, gelip beni öpücüğe boğan tatlı bir kızım var..
Sadece değişime ayak uydurması gereken milyarlarca anneden bir tanesiyim..
Biliyorum ki kızımla aramda olan o görünmez ip kopmaz asla, döner dolaşır ilk bağlanma noktasına gelir... Nerden mi biliyorum? Benim de bir annem var, ordan ;)
Gerisi burda...

Tuesday, 19 March 2013

A papier-mache Easter egg

Delfi making her Easter egg
It's time to prepare Easter Eggs!
Delfina and I made a giant Easter egg using
  • a balloon, 
  • one cup of flour, 
  • two cups of water,
  • lots of strips from magazines and newspapers.
Delfi's giant papier-mache Easter egg

Just blow up a balloon, cut magazine paper into strips, dip the strips into the glue mixture [water and flour] and then smooth them on the balloon. Then, let it dry.
It's fun and a great play time activity.
We did not need to paint it 'cos I thought it looked cool ;)

~

Balondan papier-mache tekniği kullanarak lamba yaptık. Oyun Evim TV'de izlemek için, lütfen tıklayın:http://sebastiyan.mynet.com/oyun-evim-izle-balon-lamba-vid-1855683/
Gerisi burda...

Sunday, 17 March 2013

Süt ve inek bebeklerin hakkini alma üzerine

Ben küçüklüğümden beri çok süt içtim ve sütü çok sevdim. Ama anne olduktan sonra okuduklarım sütun esasında o kadar da süper bir içecek olmadığını gösterdi. Ve kendimin de süte alerjim olduğunu [astımımı müthiş arttırıyor] ve sütü vücudumun tolere etmediğini deneme yanılma yöntemleriyle öğrenmiş oldum. Yoğurt ve kefir ok ama süt içmek o kadar da önemli ve gerekli bir şey değil. Hele çocuğunuz anne sütü alıyorsa, ne gerek var? Ben bir de işe şu açıdan bakıyorum: doğa/Allah/Tanrı [adına her ne koyarsanız] çok cömert, bize her şeyi fazlasıyla sağlıyor. Yalnız kendinizi bir inek gibi düşünün. Bebeğiniz için süt üretiyorsunuz, ve cömertçe başka bir yaratıkla, insanoğluyla, bunu paylaşmaya razı oluyorsunuz. Ama zaman içinde insanoğlu daha da fazlasını istiyor ve sizi bebeğinizden ayırıp, bebeğinizin hakkı olan sütü sırf kendisine almaya devam ediyor. Bu acımasız durum karşısında çaresizsiniz ama doğa zaten adeletsizliği bir şekilde gösteriyor insanoğluna. Neyle? Süt intolaransıyla... İnsanoğluna içtiği yaramıyor  [ozellikle  de oksuruyorsaniz sutu icmeyin, mukozayi arttirdigi icin oksurugunuz artar]. Hakkından fazlasını aldığı için, vücudu da buna karşı çıkıyor...
Çok hikayesel oldu ama bence ineklerin 'ah'ını alıyoruz ve o yüzden bize yaramıyor. Yoğurt ya da kefir yapılacak kadarını bence sevgili inekler seve seve paylaşıyor ama bizim onlara ve yavrularına yaptığımız adil değil bence.
Sadece ciddi bir para ve endüstri söz konusu olduğu için sürekli sütun ve sütteki kalsiyumun reklamı yapılıyor. Halbuki tek kalsiyum kaynağı süt değil. Ama diğer kalsiyum ve doğal omega yolları araştırılıp, diyet ona göre düzenlenmeli.
Delfinam
kefirli muzlu, zencefilli, hurmali yum -yumunu
yuvarlarken 
Ben süt alıyorum eve [Aysun the Sutcu'den], artık kendim içmiyorum [ ya da çok nadir] ama yoğurt yapıyorum, bugün itibariyle de nihayet kefir olayına geç de olsa giriştim. Ama eskisi gibi süte mucize içecek gözüyle bakmıyorum. Ayrıca alternatifler de var hempmilk [kendir sütü- yarım bardak kendir/kenevir tohumunu 3 bardak su içinde geceden ıslatiyorsunuz, 12 saat sonra blenderdan geçirip, süzüyorsunuz, harika muzlu süt, ya da smoothy [ben ingilizce kelimesini kullanmak istemiyorum ama Türkçe'ye sanırım böyle geçmiş, yine de ben ona 'yum yum' adını verdim] oluyor.  Soyalar gdo'lu olduğu için soya sütü artık tüketemiyorum ama badem sütü denemedim ama iyi bir alternatif diye duydum.

Sevgi ve empatiyle...

Kefir hakkında bir not: Aman kefirlerinizi suyla yıkamayın. Ölmelerine neden oluyormuş. Yıkamayın, yıkayacaksanız sütle yıkamayı deneyin.
Gerisi burda...

Happy St. Patrick's Day!

Happy St. Patrick's Day! 
Three years ago today, 
we learnt about Delfi's existence :)

Gerisi burda...

Tuesday, 12 March 2013

Her i-hhlama iki yas sendromu degilmis!


Tatlı, sevecen, sevgi dolu kızım 1.5 aylığına valizini topladı, gitti ve yerine huysuz, her şeye ağlayan, mutsuz, sürekli kucak isteyen [ki asla kucağa alışmamıştı], her şeye mızmızlanan bir çocuk geldi. Bu esnada da bir orta kulak iltihabı atlattı. Ateşlendi vs.. Hayat benim için tüm renklerini yitirdi, bebeğim mutsuz diye ben mutsuzlaştım. Hayat, hiçbir şekilde tat vermemeye başladı. Tabi başladım iki yaş sendromunu suçlamaya. Çünkü çocuk hastalığı da atlattıktan sonra sağlıklıydı, görünen bir sorunu yoktu. Okuduklarım da beynimi bolca yıkadığı için içimden sürekli bu iki yaş sendromuna söylenmeye başladım. Sonra tebdil-i mekan yapalım dedik, ve bir haftalığına Izmir'e gittik. Benim bebeklik doktorum ve Delfina'nın doktoru sevgili Dr. Şükrü Cangar'a gittik genel bir kontrol için. Şükrü Bey, Delfina'in dişlerinde çürük olmamasına rağmen, bir hafif ağız kokusu olduğunu ve huzursuzluğunun nedeninin de kıl kurdu olabileceğini söyledi. Ne yalan söyleyeyim şaşırdım, biraz bekledim sonra ilacı kullanmaya karar verdim. Kullandığım günden itibaren garip bir şekilde Delfinam, eski Delfina oluverdi. Yani neymiş, iki yaşında olan bir bebeğin tüm huzursuzluğu 'iki yaş sendromu'yla açıklanamazmış. Eğer bebeğimiz ihhhliyorsa, huzursuzsa, aklımıza gelmeyen bir şey hep olabilirmiş.. Yalnız şunu söyleyeyim annelik maceramın en zor zamanlarından oldu şu 1.5 ay [Aralık 2012-Ocak 2013]. Ama en güzeli kızımın normale dönmesi. İnsan bazen elindekinin değerini nedense çok daha iyi anlıyor...


Delfina hastalik suresince parka bile gitmek istememisti :(
Yasasin park ve yasasin saglikli bebekler!

Kıl kurduyla ilgi biraz bilgi: Siz ne kadar evde yeşillikleri vs. sirkeli suda yıkasanız bile [ki bizim eve gelen yiyecekler genelde toprağıyla bir organik çiftlikten geliyor, Bursa'dan], dışarıda yediğiniz yiyecekler iyice yıkanmadığında çok rahat kıl kurdunun yumurtalarını yemiş olabiliyorsunuz. Evdeki herkesin bir tedaviden geçmesi gerekiyor esasında ama her şeyin doğal bir çözümünü bulmaya çalışan ben artık o kadar bıkmıştım ki gidip ilacı verdim, eşimle kendim de [bizde bir rahatsızlık yoktu] kekik yağı ve distile edilmiş kekik suyu içtik. Ayrıca kızımın poposunu da sirkeli suyla yıkadim. Kıl kurdu, akla zarar bir olay. Çok yıpratıcı olabiliyor :(
Gerisi burda...

Friday, 15 February 2013

One Billion Rising: kizimla, kizim icin, tum kadinlar icin


Kizlarimizla Besiktas'ta Kadina karsi siddete hayir dedik.
Esra&Delfina - Hande&Bengisu
Hep bize dunyada yaratilan ilk insanin bir erkek oldugu anlatilir. 
Peki o yuzden midir ilk gelenin otoritesini kabullenis?
Esasinda ana sorun bir otoritenin varligi ve mevcut sosyal duzenin bir diger cinsin egemenliginde kabullenilmis olunmasidir. Ve bu otoritenin yapisi cok problemli tabii ki cunku cinsel organindan bir parcanin geleneksel olarak kesildigi bir otoritenin kadinlar ustune yansiyan saldirganligi dun gittigimiz One Billion Rising duruşunun ana konusuydu. Dun anali-kizli dunyadaki kadina karsi siddet konusunda farkindalik yaratmak ve buna bir dur denmesinin zamaninin gelip de gectigini gostermek, ve konuyla ilgili sesimizi duyurmak icin Besiktas'taki dansa katildik. Aksamina da Delfina'yi en guvenilir ele birakip, ben arkadaslarimla Kadikoy'dekine gidip, halay cektim. 

Delfina ve Bengisu gelecekleri icin dans ederken
Ben esimle evlenirken, hem nikah memuru hem de davetliler baski yapti, ayagina bas diye [tabi sevgili esim Turk kulturunde varolan bu gelenegi bilmedigi icin bos gozlerle bana bakti, ne diyorlar diye], ben de 'esitlikten yanayiz, o yuzden basmiyorum' dedim. Ben hayatin her yerinde, her aninda esitlikten yanayim. Kucuklugumuzden beri bize ogretilen hikayeleri ve rolleri sorgulamasi akli olan ve dusunen her insanin sorumlulugu kanimca. Ben eger nikah esnasinda, toplum bana 'bas' dedi diye bassaydim, kendime uzak dusmus olurdum. Ben esitlikten ve birlikte mutluca yasamaktan yanayim. Niye insanlar kendilerini bir digerinden ustun goruyorlar ki! Niye bir insan digerine siddet uygulamayi kendine hak sayiyor ki! Nasil bir anlayistir bu, aklim almiyor. Insanligin getirdigi ahlaka sahip olanlarin da zaten boyle bir seye kalkismayacaklarini dusunuyorum. 
Yine de sonuc degismiyor: kadinlar ölüyor, öldürülüyor, dayak yiyor, evlere hapsediliyor; isin kotu yani kadinlar siddete maruz kaldiklarini anlamiyorlar bile!
Arkadaslari da gormus olduk :)
Siddet, sadece dayakla, zorbalikla olmaz. Karsinizdaki erkek, sizin psikolojinizle oynuyorsa, size hakaret ediyorsa, sizi bastirmaya calisiyor ve size kendinize karsi surekli olarak sucluluk hissettirmeye calisiyorsa; bilin ki siz de siddet mazurusunuz. 
Internette ve toplumda duydum bir suru sacma sapan erkek soylemleri: neymis, dans edip ne olacakmis, siddete maruz kalan kadin hala devam ediyormus maruz kalmaya, dans edip de bir sey mi degistirecekmisiz? Cevaben soyle diyorum: siz dans etmediniz de degistirebildiniz mi durumu? Kadinlar, birbirlerine destek gosterdikce, alternatif yollar kadınların önlerine sunuldukca iclerinde bulunduklari carktan kurtulabileceklerdir. Hukumetlerin de esitlik ve adalet icin elinden geleni yapmasi ve caydirici kanunlar cikartip, kadinin yaninda pozitif ayrimcilik kapsaminda yer almasi gerekmektedir.

Kizim ve tum kadinlar icin adil, esit ve yasanilir bir dunya diliyorum... Erkekle birlikte, omuz omuza varolabilecegimiz, yasanilasi bir dunyaya..

Gerisi burda...

Saturday, 19 January 2013

Yollarda kesisen hayatlar

üç anne & üç bebek, keşif peşinde :)
 Gecen Carsamba gunu uc anne [Elçin, Aylin, Esra], uc bebek [Beril, Arın, Delfina] olarak Topkapi Sarayi'nda 2013 Turkiye Çin yili etkinlikleri bunyesinde sergilenen Çin Hazineleri Sergisini  gormeye gittik. Oldukca etkileyiciydi benim acimdan dort Çin askerini ve Çin çömleklerini gormek. Hayal gucunu iyi tetikliyor, askerlerle ilgili bilgileri okumadan once, askerlerin mesleklerini ve kararkterlerini tahmin etmeye calismak. Umarim Çin'e gidip hepsini gormek de nasip olur. Çin kanununa gore bir seferde en fazla dort asker heykeli ulke disina cikabiliyormus. Hem comlek hem cini yapan biri olarak sergi bana oldukca zevk verdi. Sergi salonunun onunde, gunesin altinda ekmek arasi SultanAhmet koftecisinin koftelerini yedikten sonra, Arkeoloji Muzesi'nin sokagindan Gulhane Parki'na indik. Park cok guzeldi, fiskiyeler de mavi mavi calisiyordu. Gunesin altinda kuslarin seslerini dinlerken bir baktim bir Moda'da dolasan ozgur papaganlar Gulhane Parki'nda takiliyorlar. O kadar guzeldi ki danslari ve sakimalari. 
Bahsi gecen papaganlar
->Rivayete gore TR'ye getirilen
bir kus kafesi
dusmus ve icindeki papaganlar
toplu halde firar etmisler,
halen birlikte takiliyorlar zaten :)
Bir sure onlari dinleyip, huzura erdikten sonra yola koyulduk, bir kafede afiyetle kozde pismis Turk kahvemizi icip, biraz yorgunlugumuzu atip, Sirkeci'den gecerekten Emionu vapur iskelesine vardik. Akbilimi basarken, guzel mi guzel bir bebis gordum, sonra Delfina'nin yanina gittim. Sonra arkamdan bir ses: Esra? :) Megersem o guzel bebisin annesi Emziren Anneler'den tanidigim, aylardir epostalastigim, ve bir turlu bulusmayi ayarlayamadigimiz Gamze'ymis :) Beni blogdaki resimlerimden tanimis :) Hayatta ne kadar dongu var, kesisen yollar var, degil mi? Daha sonra Berra ve Delfina vapurda cok guzel oynadilar. Turkiye'ye tasindigimdan beri, internet ortami sayesinde bircok guzel anneyle tanistim ve yollarimizin bir sekilde donup dolasip baglanmasi ne kadar harika :) Bugun de Berra bebegin dogum gunuymus. Iyi ki dogmus, iyi ki dogdular, biz annelerin hayatlarini guzellestirdiler. Sevgiyle ve saglikla buyusunler...
Gerisi burda...

Saturday, 29 December 2012

Sicaklik, nem, cevreye duyarlilik ve usumek uzerine


Iki gun once bir terim duydum cok hosuma gitti 'psikolojik virus', bu viruse dogduktan sonraki yillarda yakalaniliyormus. Cevremizdekilerin,' aman tasa basma usutursun', 'aman ustune bir sey giy' vs.. demeleri hayat boyu bizde virus olarak kaliyormus ve ne zaman o seyi yapsak hasta oluyormusuz. Benim  annem de hep ekler 'ben sana demedim mi, bak usuttun' diye.. Hani biz tasa basinca idrar yolu iltihabi oluruz, karin agrisi cekeriz ya boyle bir sey yok Avrupa toplumunda. Cok garip degil mi? Turk toplumunda buyumemis arkadaslarima ve akrabalarima soruyorum, size olmuyor mu diye. Olmuyor demekle kalmiyorlar bana uzayli gormus gibi bakiyorlar. Esim de dun sunu dedi, 'butun bir ingiliz/Yeni Zelanda milletinin boyle bir gercegi kacirmis olmasi garip degil mi?' Yani Turk olmayanlarda boyle bir sorun yok, ama bizde var. Biz usuyoruz her seye, hasta oluyoruz her seye. Esim diyor ki Yabanci-Turk is servisindeki insanlarin yarisi serviste bu kis gununde tshirtle oturuyorlarmis, yarisi paltoyla. Bu sizce de biraz garip degil mi? Dun deniz otobusune bindim, birkac dukkana girdim. Her yer cok sicakti ve dun yilin son gunleri olmasina ragmen o kadar guzel bir hava vardi ki, disarida bile paltomu cikarttim.. Ama her dukkan her tasit cayir cayir yaniyordu. Bunun sonucu, sadece hastaliklara davetiyedir. Bogazim o sicak havada kurudu, su an bogazim agriyor. Ve zaten ortamda bir virus, bakteri varsa sicak hava bunu cogaltip, yaymaktan baska ne ise yarar? 'Psikolojik virusler' kanimiza islemis anlayacaginiz :))) 
Bu resmi, gecen sene Singapur'da cekmistim.
Suyun uzerindekiler yeni yil dileklerini gosteriyor.
Benim yeni yil dilegimse, cevreye duyarli,
birbirini seven,
birbiriyle guzellikleri paylasip cogaltan
 bir toplum olmamiz..
Mutlu ve umutlu yeni yillar..
Isin diger bir boyutuysa karbon salinimlari ve evlerimizi isitalim derken cevreye vermis oldugumuz zarar. Turkiye enerji acisindan malumunuz disariya bagli bir ulke ve enerjiyi bilincli kullanmaliyiz diye dusunuyorum. Bu dunyanin insanlarin tuketecegi ne kadar enerjisi var bilmiyorum.. Ama tek bildigim bu enerji uretimi isi, dunyanin omzuna agir geliyor ve sanki cevre kirliligi de dunyanin bize bir ufff demesi. Gozunuzun onunde canlaniyor mu? Yeryuzu, ustunde kara karbondioksit bulutlari, dunyanin cigeri olan ormanlarin  her gun yok olmasi sonucu, dunyanin uretilen karbondiyoksite karsi oksijen uretememesi ve tipki yogun sigara icen biri gibi, dunyanin cigerlerinin tukenip, her off deyisinde enerjisinin zamanla azalmasi ve bir "off kara duman bulutunun" gokyuzunde belirmesi... off ki ne offf...


Aklinizda bulunsun: Evin sicakliginin 21 derecenin ustune cikmamasi cok onemli. Eger evinizin yalitimi vs. iyiyse bunu 17 dereceye kadar mumkunse dusurun.. Sicak hava burnu, genzi, ve bogazlari kuruttugu icin hastaliklara davetiye cikarir. Gece oda sicakliginin ise kesinlikle bir ya da iki derece daha az olmasi gerekir [bebekler icin 17 dereceden daha az degil]. Eger eviniz cok sicaksa, kesinlikle bir nemlendirme [humidifier] cihazi ile evin nemini %50-55'lerde tutulmali, ya da kaloriferin yanina su birakma yoluyla. Ama eger evde nem fazlasi, küf varsa da nem alici [dehumidifier] cihazlarin kullanilmasi gerekmekte. Küfün oldugu bir evde [duvarlariniz gece islak ve soguksa, demek ki binanizin insulasyonu iyi degildir ve evinizde muhtemelen küf vardir] ise, ev ici nem miktarinin %40'i asmamasi gerekir. 
Bir nemlendirme cihazi alirken, cihazda bir nem olcerin ve  zamanlayicinin olmasina dikkat edin derim.
Saglikla.. Nice umutlu yarinlara..
Gerisi burda...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...