My photo
a utopist, a green, a free soul, a liberal, a young (well let's say 'a new' rather than 'young') mother, a rebel, a thinker, a smiler, a wonderer, a note, a butterfly, a rainbow, a nymph, a kite, a wave, a breeze from the sea, a purple soul, a chocolate-addict, a lover...

Wednesday 23 October 2013

Hayattaki Bumeranglar

Esasında her şey 'anne'yle başlıyor.. Ben ne zaman sınava girmeden önce 'anne dua et, iyi not alayım' desem, annem 'tek sana değil, herkesin çocuğunun sınavı iyi geçsin' dedi. Ben ne zaman kendim için birşey istesem, annem 'Allah herkese versin, tek sana değil' dedi. Hayattaki tılsımlardan, öğrenilmesi gereken derslerden biriydi annemin öğretmeye çalıştığı sanırım: Bir şeyi isterken, sadece nefsin için değil, tüm insanlık için istemek. Ama bu söylendiği kadar kolay olmuyor. Hayatta çok fazla tekamül evreleri var, ve her seferinde kendinden geçip, herkes için istemek kolay olmayabiliyor. Ama biz anneler /aileler olarak çok büyük bir fark yaratıp, bencil olmayan, duyarlı ve paylaşan bir nesil yaratabiliriz diye düşünüyorum. Şu an tüm dünyaya yetecek kadar yiyeceğin olması ama dünyanın birçok yerinde birçok insanın ve bebeğin açlıktan ölmesi beni en küçüklüğümden beri şoka uğratan bir durum.. Bana bayramda 'niye TR'de yaşıyorsunuz ki, gidin yurtdışına, ne işiniz var burda' denildikten sonra şöyle bir soru geldi 'neden bu ülke için umutlusun?' Ben de dedim ki 'eleştirdiğim noktalar var, ama ben bunların düzelmeyecek şeyler olduğuna inanmıyorum ve eleştirip oturup kalmaktansa değiştirmek için daha doğrusu daha güzele doğru bir hayat olsun diye uğraşıyorum' deyip, projelerden bahsettim. Evet ben umutluyum, ama bu umudu tekbaşıma gerçekleştirebilmem gibi birşey söz konusu değil. Ama herkes kendi çocuğuna benim umut ettiğim hisleri, analitik düşünmeyi, kendini başka bir canlının ve insanın yerine koymayı, duyarlılığı vs.. öğretirse, hepbirlikte bu umudun gerçek olacağını biliyorum. Çok ütopik gelebilir ama ülkemizdeki kutuplaşmanın, ayrımcılığın vs.. bile Kitap Okuyan Çocuklar Projesi'yle uzlaştırılabileceğini düşünüyorum. İnsan bilmediğine düşmandır prensip olarak, ama insanlar birbirlerini çocuklarının etrafında tanıyıp, anlamaya çalışırlarsa, birbirlerine zor zamanlarında destek olurlarsa hiçbir büyük sorun kalacağına inanmıyorum. 

Hayat paylaşınca gerçekten çok güzel.. Paylaşmanın bir tadı var. 2000'lerden önce Reader's Digest'in bir sayısında şöyle bir makale okumuştum: hayatında hayır işleriyle uğraşmayanların başına hep olumsuz şeyler geldiğine, ama hayır işlerine koşturup, hayır kurumlarına para verenlerin daha az başına kötü olay geldiğine dair bir sigorta şirketiydi sanırım araştırma yapmış. Ben de buna çok inanıyorum. Hayra verdiğin hayır olarak geri döner. Hayatta bumeranglar var esasında. Bizim yaptığımız iyilik olsun, kötülük olsun bumerang atmak, o bize geri dönüyor. Karma felsefesinde olduğu gibi hayat bence de.. Hayata ne verirsen o onu sana geri veriyor. Ya da Şemsvari: hayat bir dağ, dağa ne söylersen yankılanarak sana aynı şeyi söylüyor..
Ben kendi hayatımda birebir yaşadım: aramın hiç iyi olmadığı biri için, sürekli olarak olumlu sözler söyledim, hani kırk kere söylenen şeyin gerçekleşeceği ile paralel olarak ve oldu gerçekten de... Türkiye'ye geldiğimden beri insanların sürekli ülke hakkında, gidişat hakkında, hayat hakkında söylendiklerini görüyorum. Araba kullanırken  bile insanlar huzursuz, aceleci <[ki araba kullanma hayatıma Delfina'yı anaokuluna götürme mecburiyetinden geldi, yine kızım beni geliştirdi, onun sayesinde asla yapamam dediğim bir maceranın içine girmem gerekti] trafikte meditasyon yapıyorum artık, ve çok işe yarıyor. Kendime bir acelemin olmadığını söylüyorum, insanlara ve arabalara yol veriyorum. Olumlu bir ruh halini etrafıma yaymaya çalışıyorum >.
Ben artık olumlu sözler söylenmesi ve yapıcı & yaratıcı hareketlerde bulunulması gerektiğini düşünüyorum. Bu da elele vererek daha kolay olacak, buna eminim..




Gerisi burda...

Sunday 20 October 2013

Deniz Müzesi


Kadırgalar ve Delfina
Bayram tatilinin son günü Beşiktaş Deniz Müzesi'ne çini grubumla Piri Reis'in Haritaları adlı çini sergisini gezmeye gittik.
Sergi salonundan müze o kadar dayanılmaz gözüktü ki Delfina "anne, ben oraya git'mek istiyom" diyip tutturdu. Ve biz sergiden sonra, müzeye giriş yaptık. Malumunuz Beşiktaş'taki Deniz Müzesi yeni binasıyla yenilendi ve ortaya muazzam bir müze çıkmış. Osmanlı padişahlarının sultanat kayıkları, kadırgaları, kalyonlarından parçalar tüm ihtişamıyla sergide yerini alıyor. Gerçekten çok keyifli, pek görsel bir şölen. 
Müzeye bebek arabasıyla girmek ve dolaşmak en alt kat hariç çok kolay, ama görevlilere teslim ettim bebek arabasını en alt kat için, hiçbir sorun yaşamadık. Delfina da oldukça eğlendi. 

Barbaros Delfina Paşa
Delfi dümen başında
Tuvaletlere doğru giderken bir baktık çocuklar için deniz konseptiyle yapılmış bir çocuk oyun odası. İçerde gemi dümenleri, dokunmatik ekran oyun köşesi, gemi ve haritalar konulu envai çeşit yap-bozlar, denizci düğümünü atmayı gösteren bir bölüm ve daha neler neler. Çok keyifliydi. Bu oda Türkiye'de bir müze içinde gördüğüm çocuklara ayrılmış ilk yer. Yalnız bu odayla ilgili bir eleştirim var. Geçen yıllarda, Türkiye'de neden müzelerde çocuklara müzenin konseptinde eğitici ve öğretici oyun alanları yaratılmıyor diye eleştirmişliğim vardı. Şimdiki eleştirimse, neden çocuk alanının müzenin sergi salonlarında değil de, sergi salonunun dışında olduğu. Yurtdışında bu tarz çocuklar için yapılan tasarımların amacı şudur: aileler müzeyi gezerken, çocukları sıkılmasın; aileler hem sergiyi gezsinler hem de bir taraftan çocukları oynarken gözleri onların üzerinde olsun. Ama çocuklar müzede sıkılacaksa ve aileleri de kocaman bir müzeyi gezdikten sonra oyun odasına gelip çocuklarını beklemek zorunda kalacaksa ikisi de aynı anda tatmin edilmeyen iki gruptan söz etmiş oluruz. 
Biliyorum ülkemizde her şey daha güzele daha iyiye gidecek ama nedense herşey bir zaman alıyor. Çocukları sanatın ve bilimin içine alıcı yapılar sunmalıyız, onları oyunla sanat ve bilimden uzak tutucu değil. Hayatın her alanında insan var; çocuk var. Bu paralel hayatları birbirinden uzak yapıda kurmak yerine birbirinin içine geçecek şekilde kurmalıyız. Sanat, bilim, hayat, çocuk, oyun, mutluluk içiçe kavramlar olmalı. Umarım bu yazı da bir şekilde yolunu bulur ve işe yarar. Ne olursa olsun, Deniz Müzesi çok keyifli bir müze. Çocukla gezmek için ideal, ve çok ilham verici.
yapılmayı bekleyen yap-boz: hayat gibi!
Delfina oyun odasında yap-bozla uğraşırken


Önünde denizler var..
Küçük kaptan

Gerisi burda...

Monday 14 October 2013

Ailemi organik ürünlerle mi beslemeliyim ve Organik Felsefe

Ben küçükken doğadan gelen bir ürünün kötü ya da bana zararlı olabileceğini düşünemezdim. Urla'dan bahçeden kopardığım domatesleri, acurları iki oyun arası tulumbada yıkamanın, ufacık karpuzları abimin bahçe duvarına çarpma suretiyle kabuğunu çatlatıp, mahallenin tüm çocuklarına birer parça vererek paylaşmamızın tadı hala damağımda.. Ama zaman değişti. Semt pazarına gidip, tezgah tezgah sebzelerin, meyvelerin bolluğunun dünyasına dalmak ve kapkara topraktan nasıl olur da bu kadar çok rengin ve farklı tadın çıktığını düşünmek ve bu zenginliği sağlayan toprağa, doğaya, Verene şükretmek... Artık şehirdeki manavlara, semt pazarlarına hemen hemen hiç gitmiyorum; gitsem de sadece düşünmek ve doğadan gelenleri hissetmek için gidiyorum. Çünkü o güzelim ürünlerin artık o kadar da masum olmadıklarını biliyorum. Ben küçükken Türkiye tarım ülkesiydi, yerli malı haftasını kutlardık. Geçenlerde bir istatistik gördüm, tam rakamı hatırlamamakla birlikte eskiden yaklaşık şehirli nüfusu %30, köylü nüfusu %70'miş; şimdiyse şehir nüfusu %70, köylü nüfusu %30 imiş. Tarlalarda çalışanların sayısı azaldıkça, ve sanırım köylülüler de toprağın dinginliğinde para kazanmaktansa, şehirdekiler gibi hızlı para kazanmak istedikçe ve bazı toprak cahili ziraatçilerin de yanlış yönlendirmesiyle zehiri toprağa dökdükçe toprağa atılan zehir insanlara da zehir olarak geri dönmeye başladı. Bu devrede 2000'li yılların başında ben üniversite öğrencisiyken Buğday Derneği girdi hayatıma ve Buğday'ın ilk gönüllülerinden olarak organik tarım hakkında tarım fuarlarında Buğday standında organik tarım hakkında hem kendim öğrenmeye hem bilgi vermeye başladım standa gelenlere. Bütçem el verdikçe de organik alıyorum gıda ürünlerini. Yalnız organik ürünlerin de öyle bir ticari sektörü var ki herkes bu 'organik' kelimesini kullanabiliyor ya da 'doğal'ı; birçok manav ve pazarcı dükkanının üstüne organik yazarak müşteri çekmeye çalışıyor ama 'organik' ne demek tam anlayabilmiş değil. Moda'da bir 'organik' dükkan var mesela, Moda Caddesi gibi arabanın üstünden eksik olmadığı bir caddede meyve ve sebzeleri caddenin üstünde üstlerinde bir koruma olmadan ya da streç filmle kaplı olarak 'organik' fiyatlarda satıyor; yazın dükkana girseniz dışarısı 30 dereceyken içerisi 18 derece klimayla soğutulmuş. Ne var bunda derseniz, şöyle düşüncelerimi paylaşayım: Bir ürünün organik olabilmesi için [sertifikalı ürün olabilmesi için] otoyollarından, arabaların çoklukla geçtiği yerlerden uzakta olması lazım ki egzos gazı gelip ürünün üzerine yapışmasın. ABD'de yapılan araştırmalara göre kurşunlu benzinden kurşunsuz benzine geçildikten sonra eyaletteki suç oranları düşmüş. Bunu da arabanın egzosundan çıkan kurşunun yiyeceklere, suya sinmesi ve insan vücuduna giren kurşunun eyaletteki suç oranını arttırdığı savında araştırma. Şimdi Moda Caddesi'nden geçen araçların egzosundan çıkan partikülleri gidip illa ki pırasanın üstünde kalmıyor mudur? Kalıyorsa bu ürün nasıl organik olur ve 'organik' fiyatlarda satılır? Streç filmlere gelince: Bu maddeler petrolden yapılma ve bir meyveyi streç filmle sarıp bu dükkanın yaptığı gibi güneşin altına bırakırsanız kimyasallar meyve/sebzeye geçmiş olur. Bir de organik yaşam demek toprağa, doğaya saygı demek. Ben sadece ama kanser olmayım diyerekten organik ürün kullanıyor değilim, toprağa/mıza zehir dökülmesin, toprağın altında yaşayan canlılar, doğa, toprak zarar görmesin dileğiyle de organik kullanıyorum ve organik ürün satan dükkanların bu konseptte olmaları gerektiğini düşünüyorum. Dışarıda hava 30 dereceyken, bir dükkanın içini 18 dereceye indirebilmek için harcanan elektrik enerjisini düşünün. Bu elektriği üretmek için kurulan HES'leri ve doğaya ve doğanın akışına verilen zararı düşünün. Bizim elektrik diye bir lüksümüz olsun diye nehirler özgürce akamıyor, hapsediliyor, buna bağlı olarak normalde o suyun aktığı yerlerdeki canlılar yaşayamaz hale geliyor. Organik ürün satmak, organik yaşam bir hayata bakış açısıdır, içselleşememiş her şey yapağıdır, sunidir kanımca.
Delfina organik havuc ve GDOsuz misirla
Organik ürünler demişken, malumunuz birçok organik çiftlik türedi. Bir taraftan gerçekten toprağa ve tohuma gönlünü veren permakültürcüler, tarımcılar, çiftçiler var. Bir taraftan da işin pazarlamasını, ticaretini çok iyi yapan çiftlikler. Çoğu ürününü çiftliklerden alan biri olarak yıllar içinde şu konulara dikkat etmeyi öğrendim:
  • Çiftliğin ürün yelpazesi gerçekçi mi? Ne kadar büyük olursa olsun bir çiftlik eğer çok fazla ürün [sayfalarca sanki bir süpermarketmişçesine] koyuyorsa listesine, bir durup düşünün derim. Bir çiftlikten 20-30 ürün çıkar ama yüzlerce de çıkar mı?
  • Basit hesaplamalar yapın: Bir çiftliğin müşterisi 250.000'leri bulduysa, sizce bu çiftlikten her hafta kaç ton sebze ve meyve çıkar ve gerçekten hepsi o çiftlikten mi geliyordur ya da ne tür kimyasalların kullanıldığı gerçekten bilinmediği başka yan çiftliklerden mi?
  • İlla yediğimiz her sebze ve meyve organik sertifikalı olsun demiyorum. Sertifikalı organik ürünlerle ilgili de uzun süre tartışılabilir [tohumlarda çeşitliliği azaltması gibi] Ayrıca organik sertifikası olmayıp, ama sertifikalı organik ürünlerden daha organik fiyatlarda ürün satan bir çiftliği de anlayamıyorum. Çünkü organik sertifika almak için gerekli birçok yükümlülükler var, tahliller var vs. Eğer bir çiftlik ürünlerinin hepsinin doğal olduğunu iddia ediyor, ve hiç bir türlü tetkikten geçmeden, cebinden ekstra masraf çıkmadan yine doğal ya da organik neyse bir ürün satıyorsa neden aynı hafta piyasadaki organik pazarlarda satılan ürünlerden daha pahalıya satar, üstüne de kargo parası alır? Ben uzun zamandır ürünlerimi Toprakana'dan alıyorum. Cem Birder'in önderliğinde Anadolu'nun birçok yerinde organik ya da doğal tarım yapan çiftçiler evlere kargoyla ürünlerini yolluyorlar, hem de kargo parası almadan. Bu çiftliklerin ürün listelerine bakın, makuldur, yani bir tarlada evet anca bunlar yetişir dersiniz, süpermarket gibi her aradığınızı bulamazsınız, fiyatları makuldur, hatta semt pazarından daha uygundur ve evinize gelir ürünler kargo parası ödemeksizin. Aracısız, direkt çiftlikten alınan ürünler niye piyasanın üstü fiyatlara satılır bilmiyorum, bir pazarlama harikası olsa gerek diyorum.
  • Daha önceden korku kültürü üzerine yazmıştım. Bu ülkede herkes karşısındakini korkutarak iş yapmaya çalışıyor: Doktor hastayı, patron çalışanını, satıcı müşterisini.. herkes birbirini korkutmaya, paranoyaklaştırmaya çalışıyor. İnsanları doğal tarım, doğru beslenme kaynakları üzerine bilgilendirmek harika ama özellikle çocuğu ve ailesi sağlıklı olsun diye organik ürün almaya çalışan insanların iyice paranoyaklaştırılmaları ve bunun düzenli epostalarla yapılması hem iyi bir şey hem çok iyi değil. İnsanların ne yedik ne içtikleri evet çok önemli ama insanların düşünce gücü var ki hiç de gözardı edinemez. Düşünce gücü herşeyimiz. Biz yediğimiz bir ürüne bin kez 'bunun içinde zehir var, kanser olucam' dersek, Allah uzak etsin ama oluruz. Bununla birlikte bir insana zehir bile verilse zehirlenmeyebilir. Düşünce gücü çok kuvvetlidir. Sürekli olumlu olumlama yapmak önemlidir insan hayatında. İnsanoğlu yiyerek hayatını idame ettiriyor, her yediğimize, 'organik' olduğunu düşünmediğimiz yiyeceğe bize zarar verecek gözüyle bakarsak zarar verir elbet. Demiyorum ki bilinçsiz olalım, yediklerimizin içinde ne var bilmeyelim ama ürün satan bir çiftliğin sürekli olarak korku salması bana sadece bir pazarlama dehası olarak geliyor. Araştıran insan, zaten araştırıyor, yediklerinin kökeni üzerine düşünüyor.
  • Ben 'permanent agriculture' kelimelerinin birleşiminden oluşan permakültürle ilgileniyorum son bir yıldır. Permakültür belirli bir araziye akıllı dikim-tarım yapılmasına dayanıyor, toprağa saygı duyarak, toprağı incitmeden. Permakültür gruplarına da üyeyim ve gönlünü toprağa vererek tarım yapanların sorunlarını okuyorum bazen ve örneğin ilaçsız domates yetiştirilemeyeceği konusunda bir serzeniş okudum geçenlerde. Esasında hem permakültürde hem unuttuğumuz tarım kültürümüzde belli bitki/sebzelerin diğer bitkilerle birlikte dikilmesiyle böceklerden vs korunabileceğine dair harika bilgiler var. Mesela bu bağlantıda hangi bitkiyle başka bitki ekilse daha iyi tutarın bilgisi var. Demeye çalıştığım şu, bir çiftlik hiç kontrolden geçmiyorsa, ve ürünü bittiğinde 'aman bu bitkiye de ilaç atılmaz' diyerekten köylü pazarından/yan çiftliklerden ürün alıp alıcılarına yolluyorsa bir çiftlik, içimiz çok da rahat olmayabilir. Çünkü sertifikasız bir çiftliğe güvenmeniz demek, yazışmadığımız-görmediğimiz diğer köylülerin çiftliklerine güvenmemiz anlamına gelmiyor. Çünkü yukarda da dediğim gibi bazı ürünler yöntemiyle de dikilmezse illa ki ilaçlanıyor ve birsürü parayı geliş yerini bilmediğimiz bir ürüne vererek biraz aldatılmış oluyoruz sanırım.
  • Bir de ismini vermeden bahsettiğim çiftlik ne zaman ki organik tarım yapan, gönlünü toprağa adamış çiftçilere laf atmıştır kendisi de aynı sektörde olmasına rağmen, benim için o çiftlik bitmiştir. Bu dünyada çok fazla doğaya saygılı hareket yok ve organik yaşam için gönlünü sayıları az da olsa toprağa vermişler varsa, kimse onlara laf atmamalı, çamur atmamalı diye düşünüyorum. Birçok konu var zaten eleştirilip, konuşulacak; bari iyilik hareketleri yapanlara gitmesin kötü sözler.. Ayrıca bu iş ahlakı açısından uygunsuz diye düşünüyorum.
  • Organik ürün sipariş verirken dikkat edilecek bir diğer konuysa, çiftliğin mesafe olarak bulunduğunuz yere yakın olmasına dikkat edin: Her kolinin kapınıza gelmek için ne kadar karbondioksit salınımında bulunacağına dikkat edin. Karbon ayak izlerimizi düşünmemiz gerekiyor, daha yaşanası ve küresel ısınmasız bir dünya için.


Gerisi burda...

Öksürükte ne yapmalı?

Delfina alt solunum yolu enfeksiyonu geçirdi geçen hafta ve ben yine bir miktar kafayı yedim [ciğerlerinden farklı farklı birçok garip hırıltı geliyordu]. Neden o hasta olduğunda bu kadar yıpranıyorum bilmiyorum, psikolog bir arkadaşım benim kendi hastane/hastalık anılarımla onunkilerin benim zihnimde karıştığını söylüyor. Doğru olabilir... Çok kötü öksürüyordu ve ağızdan alınacak hiç bir ilacı da kabul etmiyordu [önce ona saygı duydum, vermedim istemediği doğal ilaçları ama sonunda baktım daha da kötüye gidiyor, okulumuzun psikoloğuna da sordum konu hastalık olunca zorlayarak içirmede bir sorun yok dedi]. Birçok arkadaşı, dostu aradım. Onlar da sağolsunlar bildiklerini paylaştılar. Bunlardan bazıları:

  • Burnu açık tutun! Hastalıklarla mücadelede en önemli adım burnu açık tutmak. Burnu kaybederseniz tüm kaleyi kaybedersiniz. Defalarca denedim ve blogda da yazdım burun açmanın en etkili yöntemi hakiki biberiye yağı (Mecitefendi güvendiğim ve benim kullandığım bir marka). Yastığa ya da yakaya damlatabilirsiniz. Yağlar ve etkileri üzerine yapılmış yeterince araştırma yok ama ben kulak çubuğuna bir damla biberi yağı damlatıp, burnun içine sokup, burnu acıtmadan içerdeki bir yere dokunup çubuğu çıkarıyorum. Biberiye antimikrobiyal, antibakteriyaldir. Bu o kadar etkili bir yöntem ki Delfina biberiyenin burun açmadaki başarısını bildiği için artık kendi yapıyor bu işlemi. Dediğim gibi biberiye yağı üzerine yapılmış bir araştırma görmedim henüz ama hastalık çekip antibiyotik kullanmaktansa biberiye yağı kullanmayı tercih ediyorum. 
  • Deniz kadayıfı: Aktarlarda satılan bir tür yosun, sütü kaynatıp içine bir bilye büyüklüğünde kadayıfı atıyorsunuz ve ocağın altını kapıyorsunuz. Demleniyor içiriyorsunuz.Deniz kadayıfını kullanmadan önce yıkamayın çünkü yıkamak şifa özelliğini yok ediyor.
  • Itır: Yine aynı şekilde sütü kaynatıp bir yaprak ıtırı içine atıp, demliyorsunuz. Ben bal da ekleyerek içirdim ikisini de. Itırı kendi kendime araştırma yaparken buldum. Küçükken en çok sevdiğim çiçeklerden birinin adının sardunya olduğunu öğrendim. Çünkü UMCA diye sardunyadan yapılmış bir ilaç varmış. Sonra ıtır bitkisinin [ki bence her evde saksıda olmalı, annem sütlü tatlı yapacağı zaman süt kaynadıktan sonra mutlaka bir yaprak içine atar. Çünkü harika bir rayiha ve tat veriyor] öksürüğe iyi geldiğini keşfettim. Ve böyle bir karışım yaptım. İşe yaradığını düşünüyorum.
  • Keçiboynuzu suyu: Düdüklüde 20 dakika boyunca kaynattığım 3 adet keçiboynuzunun suyunu yukarıdaki iki sütlü karışıma karıştırarak içirdim. Çünkü süt mukozayı arttırıyor [yani öksürüğü], keçi boynuzuysa mukozayı inceltiyor. Bunu yarım bardaktan fazla da vermemek lazım gün içinde. Çünkü keçiboynuzunun aşırı tüketimi burunda da kurumaya neden oluyor. Aklınızda bulunsun eğer burun çok kuruysa tuzsuz tereyağından tırnağınızla alıp burnun içine koymak eski bir Anadolu yöntemi. Böylece burun içi çok güzel nemlenmiş oluyor.
  • Harnup/keçiboynuzu pekmezi: Yukarıda anlatıldığı üzere keçiboynuzu mukozayı inceltiyor.
  • Bal: Ayrıca göğsüne yatarken bal sürdüm. Sabaha kadar balı vücut çekmiş oluyor.
  • Kekik/nane yağı: Ayaklarının altına kekik [bir damla hakiki kekik yağı 1 tatlı kaşığı zeytinyağının içinde seyreltilerek sürülür] ve nane yağı sürdüm. Ayrıca evin içinde mikropların ve hastalığın kırılması için yarım litre sıcak suyun içine kekik yağı damlatmak iyi geliyor. Arada bir kekik yerine biberiye yağı da kullanılabilir. Bir de bu metodun benzeri soğanı ikiye bölerek hastanın olduğu odada gece boyu bırakarak da yapılıyor.
  • Zencefil/bal/zerdeçal karışımı: Taze zencefil+bir dilim limon+üstü başar bal+ 1-2 çay kaşığı zerdeçal karıştırılıp, ağzı kapaklı bir cam kasenin içinde durmalı ve her gün hasta olun olmayın bu karışımdan bir tatlı kaşığı yenilmeli. Ben zerdeçali yemeklere katıyorum ayrıca ama öğrendim ki zerdeçalin pişmemesi gerekiyormuş. Yani kullanacaksanız bile yemeğin altını kapattıktan sonra içine atmalısınız. Zerdeçal bünyeyi kuvvetlendirmek için Hint mutfağının vazgeçilmezlerinden.
  • Soğan suyu tarifi: Lega Bebe'nin yazarı sevgili Gamze de şöyle bir tarif verdi: 1 soğan sekize bölünür, 3-5 dış sarımsak ve iki su bardağı kaynar su bir cam kavanozun içine atılır, ağzı kapanır. İçilebilecek sıcaklığa gelindiğinde bir limonun suyu+bal eklenerek sabah akşam bir çay bardağı içilir. Bu karışım genel bakteriye karşı savaşmada iyi olan bir tarif. Ben de bu hafta bol bol içtim. Çünkü Delfina'nın anaokulunda Delfina'yla daha çok olabilme ama aynı zamanda onun sosyalleşebilmesi için ingilizce derslerine giriyorum ve benim de hastalıklarla hasta olmadan mücadele etmem gerekiyor.
  • Ananas: Hiç aklıma gelmezdi ananasın öksürüğe iyi geleceği. İlginç bir şekilde çok işe yarıyor. Ananas tarif 1: Kendim içeceksem bir kalın dilim ananas, 2cm kalınlığında taze zencefil, yarım limon suyu, biraz su blenderdan geçirilip, balla tahta kaşık yardımıyla tatlandırılır. Bazen Delfina'yı zencefilli karışımları içmeye ikna edemiyorum. O zaman sadece ananası veriyorum eline yiyor. Ananas tarif 2: Ananasın kabuklarını atmayın. Ananasın kabuklarını 3 bardak su bardağı kaynar su + 1 büyük kabuk tarçın + 1 çay kaşığı karanfille bir taşım kaynatın, demleyin ve çay şeklinde tüketin. Bu iki tarifi çok ağır öksürüyorken denedim ve balgamlı öksürükten kurtuldum. 
  • Ayrıca arı poleni, propolis, arı sütünü eksik etmedim yediklerinden. Metabolizmayı güçlü tutmak gerekiyor. Ben organik olanlarını tercih ediyorum.
  • Temiz hava: Ev bol bol havalandırılmalı, çocuk bol bol temiz hava için dışarı çıkarılmalı.
  • Taze meyve ve sebzelerin suyu sıkılıp verilmeli.
  • Süt, et gibi mukozayı arttırıcı yiyeceklerden kaçınılmalı. Tabi bunun aksini iddia eden araştırmalar da var ama ben gözümün gördüğüne inanıyorum. Ne zaman Delfina süt içtiyse öksürük arttı.
Ateşi çıktığında hiç bir şekilde müdahale etmedim. İlaç vermedim, hastalıkla savaşarak vücudunun hastalıklara karşı kuvvetlenmesine izin verdim. Ki önce alt solunum yolu enfeksiyonu geçirdi, bir hafta sonra boğaz enfeksiyonu ve sonunda ağrı kulağına vurdu ve ağlamaya başladı. Doğal Anneyim sevgili Başak'ın yöntemiyle soğanı rendeledim, üç damla soğan suyunu ısıtılmış tatlı kaşığıyla ağrıyan kulaktan damlattım. Sonuç inanılmazdı. Ağlayan çocuk, bu işlemden sonra 2-3 saatlik bir uykuya daldı ki günlerdir adamakıllı uyuyamıyordu.
Tüm bu yöntemler uygulanırken en önemli noktalardan biri burnun açık kalması ki daha önce bu konuyla ilgili çok yazdığımdan burda bahsetmeyeceğim.
Şifayı Verene sonsuz şükür...

Bunun haricinde aman aklınızda olsun bitkisel de olsa hazır satılan öksürük şuruplarının içinde çok fazla katkı maddesi var. Ben Prospanı iki yıl önce kullandım ama pek bir fayda da sağladığını görmedim. UMCA'yı denemedim ama yukarıda dediğim gibi onun yerine ıtırı keşfetmiş oldum.
Unutmayın, bebeğiniz hala emiyorsa, en harika çözüm sürekli emzirmek. Delfina artık bebiş ve süt kuzusu olmaktan çıktığı için bu tarz çarelere başvurmam gerekiyor maalesef...
Bunlar bu hastalık maceramızda yaptıklarım. Hala toparlanma evresinde, ama umarım tüm çocuklar kötü bir hastalık yaşamazlar, kolayca bu kış dönemini atlatırız. Bana destek olan çok fazla güzel insan var, hepsine minnettarım. Bu zor dönem boyunca arayıp soran, desteğini, tavsiyelerini eksik etmeyen herkese çok ama çok teşekkürler..
Şifayla..

Gerisi burda...

Thursday 3 October 2013

Oyun Çemberleri Anadolu'nun Her Yerini Sara!...

Delfina’nın bebekliğinden beri çocuğunu fiziksel aile desteği olmadan büyüten bir anne olarak yaşadığım yerde hep oyun grupları oluşturma çabam oldu ki hem ben annelik sürecimi paylaşabileyim başka annelerle, sorunlarımızı konuşabilelim; hem de kuzenleri gibi yakın aile dostları olmadan şehirde büyüyen kızım sosyalleşsin, başka çocuklarla iletişim içine girsin. Delfina için önce İstanbul Ortaköy’de harika bir oyun grubu oluştu, sonra Moda’da. Delfina anaokuluna gitmeye başladı bu sene haftanın üç günü ama yine de bir oyun grubu olsun, özellikle kış günlerinde mahalleden, parktan arkadaşlarıyla buluşmaya devam etsin istiyorum. Bu esnada Facebook’ta Montessori Anneleri grubunda yazışmalar ve Anadolu’nun her yerinden anneler organize olmaya başladı evlerinde ya da mahallelerinde bir oyun grubu kurmak için. Aileler çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmek istiyorlar ve özellikle hava koşullarının iyi olmadığı zamanlarda çocuklarıyla aktiviteler yapıp, çocuklarının kaliteli ve öğrenme süreçlerine yardımcı vakit geçirmek istiyorlar. Ben de İstanbul için Anadolu ve Avrupa yakası olmak üzere iki Facebook grubu kurarak diğer organize olmak isteyen annelere yardımcı olmak istedim. Bunun üzerine toplantı yaptık ve evde nasıl oyun grubu kuruluru konuştuk. Geçen yıllardan gelen deneyimler de birleşince şöyle toplantı notları çıktı ortaya, umarım oyun grubu kurmak isteyen ailelere yardımcı olur notlar.

Montessori Oyun Grupları Toplantı Genel Notları

29 Eylül 2013, Moda Parkı

Oyun grubu nerde olabilir? Evlerde, yerel kütüphanelerde, gönüllü evlerinde vs.
Dileyen aileler evlerini birbirlerine açıp, belli bir rota dahilinde birbirlerinin evlerinde buluşabilirler. Ama evlerde oyuncak kavgası çok yaşanacağı [çünkü ev sahibi olan çocuk her zaman oyuncaklarını diğer arkadaşlardan korumaya çalışacaktır. O yüzden ya oyuncaksız bir ortamda aktiviteler yapılmalı, ya da çocuğa hangi oyuncakları paylaşıp paylaşmak istemediği sorulmalıdır] için alternatif mekanlara bakmak daha akıllıcadır. Malumunuz birçok kütüphane hatta çocuk kütüphanesi mevcut. Ama bu tarz mekanlar aktif olarak kullanılamıyor ve çocuklara ‘sus, ses yapma’nın ötesine geçilemeyen mekanlar olarak kalıyorlar. Yeni yeni kütüphanelerde masal saati uygulamaları ve kütüphaneleri çocukların ihtiyacına yönelik düzenleme alışkanlığı başladı. Oyun grubunun kurulacağı semte yakın bir kütüphaneden [halk, belediye, ya da Kültür Bakanlığı’na ait kütüphaneler] ya da belediyeye ait bir gönüllü evi yahut benzeri bir kamu alanından çocuklara aktivite yapabilmek için ortak alan talep edilebilir. Özellikle kütüphanelerdeki masal saati uygulaması oyun grubuyla birleştirilebilir. Kitap Okuyan Çocuklar Projesi’nin geçen hafta İBB’ye ait kütüphanelerin bu tarz aktivitelerde kullanılması için onay aldık. Bulunduğunuz mekandaki kütüphaneyi kullanmak için Kitap Okuyan Çocuklar Projesi aracılığıyla izin alıp, kütüphaneyi amaca uygun hale getirebiliriz. Konuyla ilgili yazışmalar bilgi@kitapokuyancocuklar.org eposta adresinden yapılabilir.

Ne kadar sıklıkta? Ailelerin uyumuna ve tercihine kalmış ama düzen olması çok önemli. Her hafta aynı gün, aynı saatlerde ve aynı kişilerle yapılan aktiviteler kesinlikle uzun dönemde daha iyi sonuç verecektir.

Sayı ve yaş grubu: Bildiğiniz üzere Montessori’de karma yaş uygulaması vardır. Ama eğer semtte çok fazla aile varsa, iki grup yapılıp, yaşları birbirine yakın çocuklardan gruplar da istenilirse oluşturulabilir. Grup başı tavsiye edilen ideal çocuk sayısı 5’tir.

İkramlar: Ev sahipliği yapacak olan aile, su hariç hiçbir ikramda bulunmakla yükümlü değildir. İkram konusu oyun grubunu eğlenceli bir zaman geçirme olmaktan çıkarıp yükümlülük haline getirir. Eğer çocukların birşey yeme ihtiyacı olacağı düşünülürse, herkes evinden bir kilo ya da çocuk sayısınca mevsim meyvesi getirebilir. Mesela bir aile muz getirirken, diğer aile elma getirebilir. Böylece çocuklara paylaşma ilkeleri de gösterilmiş olunur.


İletişim: İlk buluşma sonrasında telefon ve eposta adresleri paylaşılır, hatta yazışmaları kolaylaştırmak amaçlı bir google ya da yahoo group kurulabilir.


Süre: Oyun gruplarının süresi en fazla 1.5 saat olmalı. Çocuklar yaşlarına orantılı olarak konsantre olamamakta ve bir saatten fazla biraraya gelmelerde oyuncak kavgaları ve huysuzluk artabilmekte.


Ne tür aktiviteler yapılabilir?

  • Şarkılar: Şarkıyla oyun oynamak çok önemlidir. Şarkılar çocukları rahatlatıyor, birbirleriyle daha güzel iletişim kurmalarını sağlıyor.
  • Ahşap bloklar: Çocuklar ahşap blokları kullanarak kule vs. tasarımı yapabilirler, ya da ev yapımı boya kullanarak blokları kullanboyayabilirler. Bu tarz aktivitelerde evin kirlenmesini önlemek amaçlı plastik örtüler alınıp, çocukların altına serilebilir. Ve bu örtüler bir aile tarafından her hafta yıkanıp, tekrar kullanılabilirler.
  • Doğal malzemeyle oyuncak yapımı: Oyun hamurları, parmak boyaları vs doğal malzemelerden yapılabilir ve hepbirlikte oynanabilir. Oyun hamurunu çocuklar kendileri bile karabilirler. Bildiğiniz gibi çocuk sizden talep etmedikçe bir büyük olarak elindeki işi alıp bitirilmiyor Montessori sistemine göre. Çocuğun işi/görevi kendi yapmasına, keşfetmesine izin veriliyor.
  • Dizme/aktarma: Makarna, boncuk vs. ipe dizilebilir, ardından boyanabilir. Mercimek, pirinç vs. bir kaptan diğer kaba aktarılabilir, bu esnada bir huni ya da dar bir cam şişe vs. kullanılabilir
  • Baskı: Patates baskısı, kapak baskısı, silgi ve ip baskısı vs..
  • Geri dönüşüm malzemelerinden oyuncak ya da obje yapımı: Herkes evden getirdiği geri dönüşüm malzemelerinden farklı oyuncaklar vs. üretebilir. Bir tema belirlenebilir. Bunun için Dönüşen Oyuncaklar Facebook grubundan fikirler alınabilir. Hatta havanın güzel olduğu zamanlarda parklarda buluşulup parktaki tüm çocuklarla bu aktiviteler gerçekleştirilebilir. Böylece çocuklar işi bittiğinde bir ürünü çöpe atarak dünyaya daha çok atık üretmektense, malzemeye bakıp, hayal gücünü kullanıp, onunla neler yapabileceğini öğrenecektir.
  • Kolleksiyon yapma: Herkes pul, peçete, böcek, tohum [aklınıza daha ne gelirse], hafta içinde biriktirip, arkadaşlarıyla paylaşabilirler, hepbirlikte bir koleksiyon başlatabilirler
  • Çarşaf: Bir çarşaf deyip geçmemek lazım, çarşaf sihirli bir örtü olabilir, üstünde küçük toplar zıplatılabilir, şarkı eşliğinde. Sonra çarşaf yukarıda-aşağıda oyunu, çarşafın içine girip aileler tarafından sallanma oyunu vs.
  • Duygu havuzu: Aynı renkte bir çok malzeme aynı kutuya konulabilir, ya da farklı yüzeylerde, kokularda, sertlikte, yumuşaklıktaki malzemeler çocuklara verilir, çocuklar farklı doku, koku ve yüzeyleri hissederler. Bildiğiniz üzere küçük yaştaki çocuklar harf bilmezler ki kitap okusunlar. Onlar için yüzey, doku, sertlik derecesi harfler gibidirler. Dokunarak, hissederek okurlar ve anlarlar. 
  • Jimnastik hareketleri: Çok basit esneme ve gevşeme hareketleri hayvanları taklit ederek yaptırılabilir
  • Kukla ve tiyatro: Oyun gruplarının vazgeçilmezi.
  • Kitap okuma: Seslerle, şarkılarla, kitaba hareket katarak yani Kitap Okuyan Çocuklar tarzı kitap okuma.
  • Proje yapma: Bir konu ya da tema seçilerek çocukların bir projeyi takım çalışmasıyla gerçekleştirmeleri sağlanabilir. Tabi bu aktivite için çocukların birbirlerine alışkın, ve uzun zamandır görüşüyor olmaları lazım.

* Unutmamak gerekir ki bir çocuk bir aktiviteyi yapmak istemeyebilir, kesinlikle zorlanmamalı. İsterse diğer çocukları izlemeye devam edebilir, ya da başka bir işle uğraşabilir.


~~~


Bir çocuk büyütmek, büyük bir dünya ve yer yer zor olabilen bir dünya. Toplum olarak, mahalle olarak biraraya gelerek, birbirimize destek olarak, zor anlarımızda birbirimize yardımcı olarak bu yükü hafifletebiliriz. Ben İstanbul’a tekrar taşındığımda etrafımda çok az dost ve tekrar ama bu sefer bir anne olarak öğrenmem gereken bir şehir vardı. Bana ne ev işlerinde, ne çocuk bakımında yardımcı ve destek olabilecek birileri yoktu. Annem yılda iki kez İzmir’den gelse bile bu yeterli değildi. Bir de tabi bebek arabasını Ortaköy’de kaldırıma çıkarmaya çalışırken ezilen ayağım hikayesi var ki sormayın.. Bu zorluklardan ilham alarak projeler ortaya çıkmaya başladı: önce Kitap Okuyan Çocuklar, sonra Bebedönüşüm, Dönüşen Oyuncaklar, Oyun Evim TV... Bu projelerin tek amacı var ailelere yalnız olmadıklarını, birbirlerine yardımcı olarak, dayanışarak çok güçlü olabileceklerini göstermek ve bunu hayata geçirebilmek. Kitap Okuyan Çocuklar Türkiye’nin heryerinde yerel bağlamda çocuk kütüphaneleri adı altında okul öncesi ve sonrasına hitap eden aktif öğrenme merkezleri oluşturabilmek ve ailelerin çocuklarının gelişiminde aktif rol oynamasını sağlamak için başladı. Bebedönüşüm’de evde olan ama kullanmadığımız bebeğe ve anneliğe ait her türlü eşyayı, oyuncağı, bebek bakımına dair herşeyi [örneğin kefir mayası] karşılık beklemeden, sadece paylaşmak adına paylaşıyoruz ve böylece çocuklarımıza bir ürüne ihtiyaçları olduğunda illa ki bir dükkandan almak ve tüketmek yerine önce arkadaşlarına sormayı ve paylaşmayı ve böylece daha az çöp üreten ve doğaya saygılı bir medeniyet oluşturmayı öğretiyoruz. Dönüşen Oyuncaklar yine geri dönüşüm malzemelerini alıp, parklara gidip hep birlikte hayal gücünü kullanmayı, tasarım yapmayı öğrenmeyi amaçlıyor ve Oyun Evim TV’de de amaç ailelere evde çocuklarıyla evdeki malzemeleri kullanarak keşfetmeyi, yapmayı göstermeyi amaçlıyor.

Bu yazı uzunca bir yazı oldu, muhtemelen bol anlatım bozukluğu da olmuştur. Sonuna kadar okuyabildiyseniz teşekkürler ve hatalar afvola.. Ben sadece bir anneyim ve Montessori eğitim sistemi üzerine uzman değilim. Sadece bir anne olarak okuduklarım, öğrendiklerim var. Yukarıda yazan oyun aktivitelerinin hepsi Montessori sistemine uygun olmayabilir, ama amaç; belli bir eğitim tarzını yol gösterici alarak evlerde çocuklarımızla kaliteli zaman geçirerek, mahalleli olarak birbirimize nasıl destek olabileceğimizi öğrenmek, araştırmak ve gözlemlemek. Aktivite fikirleri sadece yol gösterici olsun diye konulmuş olup, çocukların yasına, gelişimine göre düzenlemelere ihtiyaç olabilir.
Umarım oyun grupları, kitap okuma çemberleri, paylaşım bumerangları, oynayarak öğrenme, öğrenerek oynama her yeri sarar ve biz büyük bir aile olarak bu ülkede, bu dünyada, bu evrende sevgiyle, birbirimize saygı göstererek yaşarız. Çok mu hayalbazım? Bence değil, herşey bizim elimizde :)

İstanbul dışı illerdeki Montessori oyun grubu kurmaya çalışan diğer gruplardan bazıları [Lütfen şehir isimlerinin üstüne tıklayın]:
AnkaraEskişehirİzmir, İzmir BornovaBursa, Kocaeli


Gerisi burda...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...